58. Yıldönümünde Kerkük Katliamı

58. Yıldönümünde

KERKÜK KATLİAMI

14-17 Temmuz 1959/ 2017

Dr. Şemsettin Küzeci

 

Türkmenlerin varlık mücadelesinde geniş yer alan, 14 Temmuz 1959 katliamı, eski kuşaklarda olduğu kadar, yeni nesillerde de tüyler ürperten etkisini sürdürmektedir. O günlerin akıllardan silinmeyen anıları, Türkmen toplumuna karşı beslenen düşmanlık duyguları, 1918’den beri tarzı, sistemi değişse de değişmeyen şey Türk’e karşı soykırım, yok etme politikaları olmuştur. Türkmenleri yok etmeye yönelik saldırılar, 14 Temmuz 1959’da kraliyetin devrilmesi ile daha derinleştirildi. Pek çok olay ve sinir harbinin neticesinde, 14 Temmuz katliamı yaşatıldı. Ters giden atlara bağlanan insanların vahşi Roma geleneğinde “insan parçalatılarak eğlenme” âdetleri bize uygulandı. Dünyada o kadar kuruluş varken. Türkiye’nin doğru dürüst haber almadığı olayları, radyolarda, “…gelişen hadiselerde İngiliz askerlerine herhangi bir şey olmamıştır.” diye verilmişse de buna konacak bir ad bulmak gerçekten zordur.

14 Temmuz 1959’da başlayan ve üç gün süren bu katliamı anlatan 18 Temmuz 1959 tarihli, dönemin Başbakanı Abdülkerim Kasım‘a verilen notayı, halkımıza ve dünyaya sunmakta yarar görmekteyiz. O günlerin acı dolu olaylarını ayrıntısı ile yaşayan değerli iki hocamız, 19 Temmuz 1959’da dönemin Başbakanı Abdülkerim Kasım’a olayın gerçeklerini bütün çıplaklığı ile sergileyen bir nota vermişler. Tarihsel öneminden dolayı, bu belgeyi yeryüzündeki tüm Türklüğe, devlet adamları ve gençliğine bir ibret vesikası olarak sunmak istiyoruz.[1]

14 Temmuz Katliamı Üzerine Irak Hükümetine Verilen Muhtıra

 Şanlı 14 Temmuz Devrimi ile başlayan Ulu Irak Halkının sevinci giderek büyümektedir. Türkmenlerin özgürlük duyguları artarken, gasp edilen doğal haklarına kavuşmaya başladılar. Geçmişin kara günlerine dönüş olmadığına inançları artmaktadır. Irak’ın üçüncü unsuru Türkmenlerin sesi duyuldu ve Türkmenler devrim kazançlarını korumaktadırlar. Cumhuriyet Bayramı’nda uğradığımız ve masum insanların yaşamına mal olan katliamın başlıca nedeni, bazı gruplara katılmamamız, onların görüşlerini paylaşmamamızdır. Bu grupların; onların bölücü emellerine engel olduğu için, Türkmen unsurunu yok etmeye yönelik eylem hastalığı içinde olduklarına dair kesin bilgiye sahibiz. Vatan haini 20’nci Kolordu Komutanı Davut El- Cenabi döneminde, Kerkük’te cereyan eden olaylar tahrikçiler ve bölücülerin emellerini gösteren açık kanıttır. Kerkük’ün hüzünlü semasında görünen baskı ve dehşet eylemlerinin benzeri, geçmişin en karanlık günlerinde bile görülmemiştir.

Bu eylemler sadece Türkmenlere yöneliktir. Adı geçen komutan, Türkmenlerden bini aşkın kişiyi tutuklayarak, 2’nci Kolordunun subay ve erlerinin işkence ve baskısına bıraktı. Bu işkence eylemleri, 2’nci Kolordu Komutanının bilgisi dâhilinde, Savcı, Hâkim ve Emniyet Müdür Yardımcısı yönlendirmesi ile yapıldı. Sorumlular bununla yetinmeyerek, silah ve mermi zaptı amacı ile Türkmenlerin evlerini geniş çaplı teftişe tabi tutmuşlar ve Türkmenleri hıyanetle suçlamaya çalışmışlardır. Ancak yüce Allah’ın adaleti her şeyden üstündür ve iyi niyetler halk önünde devamlı bembeyaz görülür.

 Birkaç ruhsatlı tabanca ve av tüfeğinden başka silah bulamayan sorumlular delirerek, gerçekleri saptırmaya kalkıştılar. Bağdat’taki üst makamlardan, bu kişilerin tutuklanması ve Kerkük’ten uzaklaştırılması isteğinde bulundular. Ayrıca, onlarca sivil, asker, işçi ve memur (çoğunlukla öğretmen), tahrikçilerin denetimindeki halk örgütleri, dernekler ve birliklerin isteği üzerine Kerkük’ten uzaklaştırıldılar. Bu baskı ve dehşet eylemleri sürerken, masum halktan gasp edilen ruhsatlı silahlar, sabotaj örgütleri ve halk direnişi adı ile tanınan örgütlere verildi. Türkmen zenginlerinden tehdit ve baskı ile haraç almaya devam edildi. Bütün bu eylemler, Irak’ta Türkmen unsurunu yok etmeye yönelik soykırımın başlangıcıdır.

Dileğimiz bu notaya gereken ilgi ve önemin verilmesidir.

Şakır Sabır Zabit

Tahsin Rafet

Kerkük Katliamın Ayrıntıları

Irak’taki Krallık sistemine son verip Cumhuriyeti ilan eden 14 Temmuz 1958 devrimin yıl dönümü münasebetiyle, Kerküklü Türkmenler çeşitli süs ve renkli yaygılarla bezemişlerdir. Türkmenler, şehrin her yerinde geçit törenleri düzenlediler. Kerkük‘ün her sokağına, her köşesine Irak Bayrağı ile süslenmiş taklar kurdular. 14 Temmuz 1959 doğuşunda başlayan tören ve gösteriler, akşam saat 7’ye yaklaşırken, 14 Temmuz gazinosu önünden geçildiğinde ilk ateş sesi duyuldu. Gazinosunu, Cumhuriyet coşkusuna katılmak amacıyla bir güzel süslemiş olan Osman, ilk kurban olmuştur. Tek suçuysa vatanını sevmek ve Türkmen oluşuydu.

14 Temmuz akşamı saat 7.30’da Türkmenlerin düzenlediği büyük geçit töreni esnasında, tertip peşinde araya karışan Ulusal Cepheciler, önceden hazırladıkları taş ve sopalarla halka saldırdılar. Paniğe kapılan halk evlere sığındı. Türkmenlerin sevincine tahammül edemeyen saldırganlar, halk birliğinin yaptığı tek tak hariç, Irak Bayrağı ile süslenmiş ne kadar tak veya benzeri süs varsa hepsini yakıp yıktılar. Türkmenlere ait, “14 Temmuz” ve “Bayat Çayhaneleri” ile “Alemin Sineması”’na saldırarak, sahiplerini öldürdüler, cesetlerini şehrin caddelerinde sürükledikten sonra ağaçlara astılar.

Akşam saat 9.00’da 2’nci Kolordu Komutanlığı bir bildiri yayınlayarak, şehirde sokağa çıkma yasağı ilan etmesi üzerine sokaklar boşaldı. Ancak Ulusal Cephe ve Halk Direnişinin silahlı mensupları caddelerde toplandılar. Halk Direnişi mensupları, yani kimi Türkmenler, İmam Kasım Polis Karakolu’na saldırarak, karakoldaki silahları ele geçirdiler. Askeri asayişten bir grup yedek subay, emri ile silahsız halk direnişi mensuplarını silahla donattılar. Öte yandan gecenin geç saatlerinde aşırı süratle yürüyen bir araba şehit Ata Hayrullah’ın evi önünde durdu.

Araba içinden inen caniler şehidimizin kapısını çaldılar. Kapı açılır açılmaz şehidimizi komutanlarına götüreceklerini açıkladılar. Daha sonra kapıya çıkan şehidimizin kuşkularını yatıştırmak için, birileri geçenlerde onunla çalıştığını, ona yaptığı iyilikleri asla unutmadığını söyler. Şehidimiz Ata Hayrullah’ı taşıyan araba, yürümeye başlar başlamaz caniler onu dövmeye başlarlar. Elebaşlarına yetiştiklerinde aldığı dayaklar sonucu, temiz kanı yaralarından şırıl şırıl akıyordu. Arabadan indirilen şehidimizi gören bazı tanıyanlar hemen ambulansa bindirilmesini isterler.

Fakat caniler onu arabadan çekerek arkasından bıçaklamışlar. Sonradan onu mermiyle vurduktan sonra başını arabanın kapısı arasında tutarak, cesedini, yürümeye başlayan arabadan sallaya sallaya sürüklemişler. Bununla da yetinmeyerek kanlara boğulan cesedi son nefeslere kadar sokaklarda sürükledikten sonra, onu sokakta bulunan bir ağaca bağlayıp etrafında dönerek bağırmışlar: “Alın Türkmen etinden kilosu…” Bu kişiler şehrin güvenliğini bozarak, Türkmenlere ait mağaza ve dükkânlara saldırıp, bütün malları yağmaladılar. Taşınmayan malları yaktılar. Yağmalama ve yakma eylemleri sabahın 3’üne kadar devam etti. Ertesi günün sabahı, eşkıyalar önceden belirlenen evlere saldırıp, ev sakinlerini dışarı çıkartarak öldürüp, caddelerde sürükledikten sonra ağaçlara astılar. Hunharca işlenen bu cinayetler 3 gün boyunca sürdü ve Bağdat‘tan gönderilen askeri birliklerin şehre hâkim olmasına kadar devam etti.

Birinci Gün

Kutlama yürüyüşü 14 Temmuz 1959 günü akşam saat 18.00’de, petrol şirketine giden yol üzerinde başlamıştı. 200 binden fazla insan sokakları doldurmuş ve çoğulunu da Türkmenler oluşturuyordu. Ortalığı kana bulayacaklar ise kutlama törenlerini boykot ederek şenliklere katılmamışlardı. Çünkü onlar bir başka hazırlık içinde idiler! Kanlı bir hazırlık! Nitekim aynı günün akşamı saat 19.30 sıralarında ilk silah sesleri duyuldu.

İlk olarak Atlas Caddesi üzerinde kahve sahibi olan Osman Hıdır, çok feci bir şekilde şehit edildikten sonra, bu yetmemiş gibi, ayaklarından iplerle bağlanarak sokaklarda sürüklenmeye başlandı. Aynı saatlerde Türkmenlerin bulunduğu “14 Temmuz” ve “Bayat” kahvelerine de saldırı düzenlenmiş, bir yandan da kutlama takları parçalıyorlardı.

Sokağa Çıkma Yasağı

2’nci Ordu komutanlığı mensuplarının da iştirak ettiği Türklere yönelik saldırıların ardından, Kerkük’te sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Halk gerideki ölüsüne yaralısına bakamadan evlerine girilmeye zorlandı. Bu dışarı çıkma yasağının yalnızca Türkler için ilan edildiği daha sonra anlaşılacaktı. Bu suretle istedikleri Türk’ü evinden alıp, tüfek dipçikleriyle vurarak 2’nci Ordu Karargâhı’na götüren eylemi planlayan resmi kişiler ve kullandıkları kişiler korkunç işkencelere başvuruyor, Türkleri diri diri elektrik direklerine asıyorlardı.

İkinci ve Üçüncü Gün

Katliamın ertesi günü ve devamında, 4’üncü Askeri Birliklere bağlı katiller, tüm şımarıklıklarını, acımasızlıklarını sergileyerek vahşetin boyutlarını büyütüyor, daha sistemli bir şekilde, sürülere dalan çakallar gibi Türkmenlere ait “Atlas” ve “Âlemin” sinemaları ile kale içindeki bazı Türkmen evlerini top ateşine tutuyorlardı. Alemin sineması sahipleri Muhammet Avcı ve Salahattin Avcı kardeşleri evlerinden alarak hunharca katlettiler. Kimleri yok edeceklerini önceden belirtmediği için, özellikle aydınlar sırayla evlerinden alınıyor, sokak sokak sürükledikten sonra dipçiklerle döve döve öldürülüyorlardı. Vahşetin bu kadarına dünya az şahit olmuştur: Türkleri diri diri toprağa gömüyorlardı.

İkinci, üçüncü günler Türkmenlerin kayıpları daha çoğalmış; Kasım Neftçi, Cihat Fahrettin ile Emel ve Nihat kardeşler olmak üzere masum 32 soydaşımız katliam kurbanları arasında yer alarak şahadet şerbetini içmişlerdir. Kerkük şehir merkezindeki katliamı öğrenen, yakın köy ve kasabalarda yaşayan soydaşlarımız silahlarına sarılarak, kardeşlerinin yardımına koşmaya başlamışlarsa da Kerkük’e akın eden bu insanları asker her türlü silah ve “insan kasabını” elinde tutan güçler tarafından etkisiz hale getirilmişlerdir. Tuzhurmatu kuşatılmış, tüm çevre yollar tutulmuştur.

Durumun Kontrolü Altına Alım Tedbirleri

Olaylar devam ederken Irak ordusunda üstün hizmetlerde bulunan ve aynı zamanda Arap alfabesiyle Irak Türkmenlerinin tarih, kültür ve folkloruna ait araştırmalarıyla bilinen Şakir Sabir Zabit ve arkadaşı Tahsin Rafat’ın imzasını taşıyan “asayişin sağlanmasına yönelik bir mektup” verilmiş, elbette hâlâ iyimser ve iyi niyet sahibi olma saflığının kimseye bir yararı olmayacaktır. Verilen “muhtırada” dile getirilen husus ve çareler şu şekilde belirtilmiştir: “Bu üzücü olay, halkta büyük bir tepki yaratmış, Türkmen vatandaşları göçe zorlanmakta aşağıda belirtilen önlemler alınmadığı takdirde, gönüllerde güven ve emniyetini tesisi zor olur. Mağdur Türkmenlerin haklarını iade etmek için bu acil olarak önlemlerin alınması zaruridir.

Sadık bir ordu subayının ikinci ordu komutanlığına, kararlı bir idarecinin de valiliğe atanması sadık ve tarafsız üyelerden kurulu bir tahkik komisyonunun kurulması. Bu komisyona Türkmenlerin aday gösterecekleri birinin de alınması. Bu katliama sebebiyet verenlerin en ağır cezalara diğer canilere de ibret olsun çarptırılmaları, Kerkük’te mülki idare, ordu ve polisin, hükümet politikasına karşı olanlardan arındırılması. Davut El-Canabi‘nin uzaklaştırdığı bütün vatandaşlar, memurlar ve eğitim mensuplarının görevlerine iade edilmesi. Kerkük’te halk direniş gücü ve öbür örgütlerin feshedilmesi. Zararların tazmini Davut El-Canabi zamanında ikinci ordu komutanlığınca kesilen telefonların sahiplerine iadesi.

Kerkük vilayetinin Kürdistan maarif müdürlüğüne bağlanmaması. Bölücülerin iddia ettiği gibi bu vilayet hiçbir zaman Kuzey’in bir parçası olmamıştır. Kürtlerden bazı ayrılıkçı gruplar, geçici anayasada Arap ve Kürtlerin bu vatanda ortak olduklarını içeren metin, Türkmenlerin bu haktan mahrum edildiğine dair yorumlar getirmişlerdir. Ancak bu anayasanın tatbikatı, Türkmen vatandaşların emellerine uygun görülmemiştir. Ancak bu metnin, özel mahiyette değil de genel olarak bütün Iraklıları kapsayacak şekilde değiştirilmesi uygun olacaktır.”

Kerkük Katliamı Şehitleri

kerkük katliamı 2017-1_Sayfa_06 kerkük katliamı 2017-1_Sayfa_07

 Ata Hayrullah-Albay/ İhsan Hayrullah-Yarbay Tabip/ Selahattin Avcı-İş Adamı/ Mehmet Avcı-Memur/ Nihat Muhtar-Öğretmen/ Cihat Muhtar-Öğrenci/ Emel Muhtar-Öğrenci/ Kasım Nefetçi-Çiftlik Sahibi/ Ali Neftçi-Serbest/ Osman Hıdır-Kahve Sahibi/ Cihat Fahrettin- Öğrenci/ Zübeyir İzzet-Kahve Sahibi/ Şakir Zeynel- Kahve Sahibi/ Gani Nakip-Memur/ Kemal Abdussamat-Mühendis/ Fatih Yunus-Teknisyen/ Cuma Kanber-Teknisyen/ Enver Abbas-Öğrenci/ Kazım Bektaş-Öğrenci/ Hacı Necim- Serbest/ Hasip Ali-İşçi/ Nurettin Aziz-İşçi/ İbrahim Ramazan-Tamirci/ Adil Abdulmecit-İşçi/ Abdulhalik İsmail-Öğrenci/ Abdullah Beyatlı-Teknisyen/ Selahattin Kayacı-İşçi/ Abbas Kadır- Öğrenci/ İbrahim Hamza-Kasap/ Halil Türkmen- Serbest/ Salah Köpürlü-Polis/ Kemal’ın Annesi-Ev Hanımı.

Katliamın Türkiye’deki Yansımaları

 Irak Türklerinin merkezi sayılan Kerkük’te, soydaşlarımızın krallık rejimine son veren 14 Temmuz 1958 Irak İhtilalinin birinci yıldönümü kutlamaları için şehrin ana caddelerinde yürüyüşe hazırlanırken, gafil avlanarak, fanatik Kürtlerin ve komünistlerin silahlı saldırısına uğramaları ile patlak vermiş, ardından askeri araçlardan hoparlörle sokağa çıkma yasağının ilan edildiği halka duyurulmuştur. Kanun ve nizamlara itaatkâr olan Türkler, haklarında hazırlanan kanlı planların farkına varmadan sokağa çıkma yasağına uyarak evlerine çekiliyorlar. Müteakiben komünistlerle fanatik Kürtler, ordu birliklerinden de destek görerek, Türklerin ileri gelenlerini önceden tespit edilen evlerine giderek kendilerinin ordu komutanlığınca istendiğini söyleyip, dışarı çıkmalarını sağladılar.

Evlerinden çıkan Türkler hemen oracıkta ailelerinin ve çocuklarının gözü önünde kurşunlanarak şehit edildiler. Bununla yetinmeyen gözleri dönmüş katiller, öldürdükleri Türklerin bazılarının cesetlerini ayrı istikamete giden iki cipe bağlayarak parçalamışlar ve sokaklarda dolaştırdıktan sonra elektrik direklerine asmak suretiyle vahşice arzularını tatmin ediyorlar. Bu şekilde öldürülen Türkler arasında lider durumundaki Emekli Binbaşı Ata Hayrullah, kardeşi Doktor İhsan Hayrullah, Salah ve Mehmet Avcı kardeşler, Kasım Neftçi, Cihat, Muhtar Fuat’ın çocukları Cihat, Nihat ve Emel (Emel 14 yaşında idi), Osman Hıdır ilk şehit edilen soydaşımız olup, Aslan Yuvası Gazinosu’nun sahibi idi. Gençlerden Cahit Fahrettin’den başka hasta ve yaşlı insanların da bulunduğu birçok kişi daha vardı. Katliam tam üç gün üç gece sürmüştü.

Türkiye’de Yayın Yasağı

 Akıllara durgunluk veren bu vahşetle ilgili haberler, çok geçmeden dünyanın her tarafında duyulmaya başlamış, Avrupa’da birçok TV katliamda öldürülen Türklerin sokaklardaki cesetlerini haber bültenlerinde göstermiş ve bütün dünya âdeta şok olmuştur. Türkiye’ye gelince ne yazık ki, Türk radyoları bu konuda bir müddet suskunluğunu sürdürmüştür. Ardından bir de ne duyulsun beğenirsiniz! Reuter Ajansının Ankara Radyosu’nda okunan bir haberde, Kerkük’te kanlı çatışmalar olduğu, ancak Petrol Şirketinde çalışan İngilizlerin güvenlikte oldukları bildiriliyordu. İşte Türkleri kahreden bu haber olmuştur. Basında katliamla ilgili olarak Tel-Aviv, Şam ve Kahire mahreçli haberler yayınlamaya başlayınca, Türk milleti büyük bir infial göstererek soydaşları hunharca katledilmesinden dolayı derin üzüntü ve kedere gark oldu. Bu arada Moskova radyosu, yavuz hırsız misali Kerkük olayının, Musul petrol bölgesini ilhak etmek isteyen Türkiye’nin eseri olduğunu iddia etmez mi? Bunun üzerine Türk hükümeti 28 Temmuz 1959 tarihinde yayınladığı resmi bir açıklama ile Kerkük’teki kanlı hadiselerin yegâne sorumlusunun beynelmilel komünizm olduğunu, Moskova Radyosu’nun bu konudaki iddialarının hezeyandan başka bir şey olmadığını sert bir dille ifade etti.

Türk milleti büyük endişe ve heyecan içinde beklerken bir gelişme daha oldu, o da şuydu: Tam anlamı ile kapalı bir kutu olan bir soydaşımız Irak’tan kaçarak İstanbul’a gelmeyi başarıyor. Üniversite öğrenimini Türkiye’de yapan Abdülhaluk Bayatlı adlı bu genç, 24 Temmuz 1959 tarihinde Cağaloğlu’ndaki eski Halkevi binasında bir basın toplantısı yapmak istemiş, ancak polis bir gerekçe göstermeden basın toplantısının yapılmasını yasaklayarak, merakla gelen gazetecileri ve Kerküklü gençleri dağıtmıştır.

O sırada çalıştığı Türk Haberler Ajansı vasıtasıyla ile aynı günün akşamı katliamla ilgili özel bir beyanat almayı başarmış ve kanlı olay ertesi günü gazetelerde bütün detayları ile Türk kamuoyuna duyurulmuştu. Başta Milli Türk Talebe Birliği olmak üzere birçok teşekkül, soydaşlarımızın maruz kaldıkları bu menfur olayı kınamış ve facia, Niğde Milletvekili Asım Eren tarafından TBMM’ye getirilerek, Dışişleri Bakanı’ndan bu konuda açıklama yapması istenmiştir. Basında da Türk kanının akıtılması olayı karşısında adeta fırtınalar kopartılmış ve başta Milliyet Gazetesi olmak üzere, olayın aydınlatılması için Bağdat’a özel muhabirlerini yollamışlardır. 25 Temmuz günü de Milliyet Gazetesi muhabiri Turam Aytul’un Bağdat’tan gönderdiği Kerkük’te Türkler Hunharca Öldürüldü başlıklı haberi ile olay doğrulanınca Türk hükümeti 26 Temmuz günü gazetelerde yayımlanan resmi bir açıklama yapmıştır.

Söz konusu açıklamada: “Kerkük’te bazı müessif hadiselerin vukua geldiği ve bu arada maatteessüf otuza yakın Irak vatandaşı soydaşımızın öldüğü malumdur” dendikten sonra Türk hükümetinin konu ile ilgili olarak, Bağdat nezdinde teşebbüste bulunduğu ve Irak hükümetinden teminat aldığı belirtilmiştir. Gerçekten de bir iki gün sonra (29 Temmuz), Irak Başbakanı General Kasım bir basın toplantısı yaparak Kerkük’te komünistlerin Türklere yaptıkları mezalimi, dünyanın en alçak cinayetleri olarak vasıflandırmış ve faşistlerin bile bu kadar vahşice davranmadıklarını söylemiş ve Kerkük hadiseleri sırasında çekilen bazı fotoğrafları cebinden çıkararak gazetecilere göstermiştir.

Türk hükümetinde Sağlık Bakanı olan Kerküklü merhum Dr. Lütfü Kırdar’dan bizzat duyduğuma göre, Türk hükümeti General Kasım’ın böyle bir açıklama yapması için Irak’a diplomatik kanaldan baskı yapmış, ancak Ankara’nın bu açıklama ile tatmin olmaması üzerine, Irak Başbakanı 3 Ağustos 1959 günü ikinci bir açıklama yaparak, Kerkük hadiseleri sırasında çekilen 750 fotoğrafı elinde bulunduğunu, bu olaylarda birçok Türk’ün diri diri toprağa gömüldüğünü, cinayet faillerini şiddetle cezalandıracaklarını ifade etmiştir. Zamanla Kerkük Katliamında şehit edilen Türklerin fotoğrafları Türkiye’ye ulaşınca bu fotoğraflar basında çıkmaya başladı, bu konuda birçok haber, yazı ve röportaj yayınlandı. Ancak 22 Ekim 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan kısa bir haber, olayları izleyenleri hayretini mucip olmuştur.

Haberde aynen şöyle deniliyordu: Ankara, 21 (Cumhuriyet-teleks); “14-16 Temmuz 1959 tarihleri arasında Irak’ta Kerkük belgesine Türklerin katliamı ile sona eren olayla ilgili resim, film vs. dokümanların yurda sokulması veya dağıtılması bakanlar kurulu kararıyla menedilmiştir. Söz konusu yasak, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile basına konan bütün yasakların kaldırılması ile birlikte kalkmış olup, bu tarihten sonra Türk basınında katliamdaki vahşeti gösteren fotoğraflar serbestçe yayınlanmıştır. Kerkük katliamının hala karanlıkta kalan pek çok yanını bulunduğuna kanıyız.[2]

Talabani’nin Katliamdaki Rolü

 Merkezi İstanbul’da bulunan İzzettin Kerkük Vakfı Başkanı İzzettin Kerkük Talabani’nin Kerkük Katliamındaki rolünü bu sözlerle açıklıyor. Kürt liderlerinden Celal Talabani’nin de katliam sırasında eline silah Kerkük sokaklarında dolaştığı ve kendisinin ordu karargâhından çıkarken görüldüğü, sözüne güvenilir kimselerden bizzat duydum. Celal Talabani bu hususta acaba ne diyecektir? Ne işi vardı kışlada? Gerçi kendisi, “Bu olaylar oldu bir kere, artık unutulması lazım.” diyor ise de Kerküklü Türklerin, birçok masum Türk’ün kanının boş yere akıtıldığı ve yüzlerce ailenin sönmesine neden olan bu faciayı unutması pek kolay değildir.

Bu katliamı Türkler işlemiş olsalardı acaba onlar bunu unuturlar mıydı? Kendileri Halep’çe katliamını unutabildiler mi? Talabani isterse bu şahsın ismini açıklayabilirim. Halen İstanbul’da Pendik’te oturmaktadır. Ayrıca Bağdat Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken Türkmenler aleyhindeki faaliyetinden dolayı, bir Türkmen gencinden yediği tokadı da hatırlıyor mu? Şehitlerimizin aziz ruhları önünde birinci yıl dönümünde saygı ile eğilir, Tanrı’dan kendilerine rahmet dileriz.[3]

Türkmeneli İnsan Hakları Derneği Başkanı Dr. Nefi Demirci Kerkük katliam sonrası Kerkük’te zanlıların idam edilmeden önce adli doktor olarak görev almıştır. 1963 yılında Kerkük katliamını filen yapan katillerin idam gecesini, o anları ve katliamı şöyle anlatıyor: “O günleri tekrar yaşadım. İnsanlığın yüzkarası olan bu kişiler gece idam edildiler, infaz heyetinde adli tabip olarak görevim icabı bulunmuştum. Katillerin infazına her Kerküklü Türk gibi ben de sevinmiştim, heyecan duymamak mümkün değildi, orada bulunanlar benim gibi çok heyecanlı idiler diğer yandan da canilerden birkaçının göğsünde kırmız boya ile yazılan ‘Yaşasın Kürdistan’ yazısı çok düşündürmüştü beni. Büyüklerime anlattığım zaman onlar da şaşırdılar, hayrete düştüler. Demek ki, bu soykırımı yapanlar ve hazırlayanlar Komünistlerden daha çok Kerkük’te gözü olanların işi idi. Bugüne baktığımızda Türk Kerkük’ü işgal edenler o zamandan beri ilerdeki hayali emellerini gerçekleştirmek için kanlı olayları tezgâhlamış, hazırlamış ye uygulamıştı. Katliamdan daha çok bir soykırımı andıran bu olay ve daha sonrakiler, Kürtlerin hayal ettikleri emellerinin tahakkuku için hazırladıkları ölümle kan dökmenin ilk adımı idi. Atılan bu adım ne yazık ki, Türkmenler tarafından iyi algılanamadı, değerlendirilemedi. Yıllar, yılları takip etti.

 Şum 14 Temmuz günü yurdumun toprağını kanlarıyla sulayan kendilerinden sonra gelecek nesillere “bastığın toprağı tanı, altında yatan şehitlerini unutma” diyen Ata’lar, İhsan’lar, Cihat’lar, Aziz’ler, Emel’ler Mehmet’ler, Salahattin’ler, Osman’lar şehit edildi. Türk düşmanlığından başka hiçbir doktrini olmayan Baas Partisi 1963 yılında kanlı olarak iktidar oldu, bir sürü gözü dönmüş insan kasabı 30 yıl içerişinde Kerkük Türk’ünün imanı, inancı ve sarsılmaz Türklük şuuruna rağmen bu cellatların uyguladıkları sürgün zindan, faili meçhul cinayetler, akla hayale gelmeyen baskılar sonucu büyük yaralar aldığı bir gerçektir. Gerçek her gün gördüğümüz göçlerle kendini göstermektedir. Göç bir toplumu yok eder. Göç Kerküklünün bu zulümden kurtuluş yolu olmamalıydı. Bütün kuruluşlarımız konuya çok dikkat etmelidirler, anavatanımızın yüksek menfaatleri ilk planda tutularak birlik içerisinde olmalıdırlar, bu şarttır, unutulmasın ki, pek çoğumuzun namı o mukaddes 3 milyon Türk’ün simgesi olan Kerkük’ü kullanmaktan ileri gelmiştir, Kerkük denince bütün Irak Türklerinin töresi, edebiyatı, hoyratı, manisi, köyü, kasabası, mahalleleri ve Türklükleri anlaşılır. Her Türkmen buna laik olma zorundadır ve buna çalışmalıdır, onu ve onun adını kullanmaktan vazgeçelim, unutmayalım o bizlerden adını değil hizmet ve çare beklemektedir.[4]

 

[1] Şemsettin Küzeci, Kerkük soykırımları,  Ankara 2004

[2] T.C. Bakanlar Kurulu Kararı Belgesine bakınız.

[3] İzzettin Kerkük, Kerkük Dergisi, S, Temmuz 1998, s.9-10

[4] Dr. Nefi Demirci, Kerkük dergisi, S, Temmuz 1998, s.3-6

Previous article15 Temmuz Darbe Girişimi Resim Sergisi açıldı
Next articleÇIĞLIK, Şiir, Dr. Mustafa Ziya
Dr. ŞEMSETTİN KÜZECİ Araştırmacı, eğitimci, gazeteci, şair, yazar Şemsettin Küzeci; 1965 yılında Kerkük’te doğdu. 1989 yılında Musul Üniversitesinden mezun oldu. 5 Yıl Kerkük’te lise öğretmenliği yaptı (1992-1996). Kerkük Televizyonu, Bağdat Türkmence radyosunda “gençlik ve spor” programları hazırlayıp sundu (1992-1995). Yazılarını Bağdat’ta Türkçe yayınlanan “Yurt” gazetesi, “Kardeşlik ve Birlik Sesi” dergilerinde yayınladı. 1993 yılında Irak rejimi tarafından tutuklandı. Üç ay Tikrit muhaberatında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 2015 yılında Musalla Lisesinde Lise öğretmeni olarak çalıştığı mesleğinde kendi isteği üzerinde Kerkük’te emekliye ayrıldı. 1996 yılında siyasi nedenlerden dolayı Irak’ı terk ederek Türkiye’ye yerleşti. 1999 yılında Irak Türkmen Cephesi Türkiye temsilciliğinde Basın Yayın ve Enformasyon Şube Müdürü olarak çalıştı (1999-2003). Kerkük Gazetesi'nin Türkiye temsilciliği ve Türkmeneli TV’de muhabir, programcılığı ve haber müdürü olarak çalıştı (2005-2009). 2008 yılında “Irak Basın Tarihi” üzerine Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV ve Sinema bölümünde “Osmanlı’dan Günümüze Irak’ta Basın Tarihi” konulu yüksek lisansını ve 2010 yılında Hollanda'da Global Lahey Üniversitesinde “Irak Televizyonları” üzerine doktorasını yaptı. 2009-2019 yılları arasında Türkmeneli Vakfı Kültür Merkezi'nde Basın ve Kültür Müdürü, 4 Şubat 2019 ile 14 Temmuz 2020 tarihleri arasında (ORSAM) Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde Türkmen ve Medya uzmanı olarak görev yaptı. 16 Temmuz 2020 tarihinden beri Türkmeneli Vakfı Başkanlığından basın danışmanı olarak görev yapmaktadır. Sürekli basın kartı sahibi olan Küzeci, aynı zamanda Kerkük Gazetesi genel yayın yönetmeni ve Türkiye temsilcisi görevini sürdürmektedir. 2020 yılından beri Türkiye Yazarlar Birliği Ankara Şb. Yönetim kurlu üyesidir. Irak Türklerini; Türkiye, Türk dünyası ve uluslararası faaliyetlerinde gerçekleşen onlarca kongre, kurultay, konferans, bilgi şöleni ve toplantılarda temsil etti. 400’ye yakın uluslararası hizmet, takdir, teşekkür, onur belgesi, plaket ve ödül almıştır. 2006’da Irak, Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili yapmış olduğu ilmî ve edebî çalışmalarından dolayı, Azerbaycan’da VEKTOR Uluslararası İlim Merkezi tarafından kendisine “Fahrî Doktora” Payesi verildi. 2022 yılında da Türk Dünyası Akademisi tarafından kendisine “Fahri Profesörlük” Unvanı verildi. Küzeci’nin bazı eserleri ve yazıları Arapça, Azerbaycan Türkçesi, İngilizce ve Rus, Özbek, Kazak dillerine tercüme edilmiştir. Basılmış 60 adet eserinden bazıları; Suçum Türk Olmaktır, Kerkük şairleri, Irak Basın Tarihi, Türkmeneli Edebiyatı, İçimizdeki Kerkük, Kerkük Soykırımları, Kerkük’ün Mili Şairi Mehmet İzzet Hattat, Kerkük’ün Efsane Sesi Abdülvahit Küzeci, Nevruz Çiçekleri (Türk Dünyası Kadın Şairleri), Ortadoğu’da Türk Katliamları, Sinan Sait, Türkmen Milli Takımı, Şehit Hüseyin Demirci (Tembel Abbas), Sarmaşık Duygular, Osmanlıdan Günümüze Irak’ta Türkçe Dergiler, Kerkük’ten Azerbaycan’a, Horyatlarım, Kerkük Katliamı, Telaferli Felekoğlu, Kerkük’ten Sesleniş, İçimizdeki Kerkük, Telafer Şairleri… İletişim: www.skuzeci.com skuzeci@gmail.com (+90) 533 255 26 60