90 Yaşında Bir Bilge Adamın 70 Yıllık Edebiyat Serüveni “Vahidettin Bahattin”

90 Yaşında Bir Bilge Adamın 70 Yıllık Edebiyat Serüveni

“Vahidettin Bahattin”

Mehmet Ömer Kazancı

Hocamız Vahidettin Bahattin her zaman, her yerde hatırı sayılır, hürmetle, saygıyla, sevgiyle anılır değerlerimizden biridir. Bu konumu kuşkusuz ki, edebiyatımıza, kültürümüze vermiş olduğu yılmaz, yorulmak bilmez çabalarıyla, yoğun emekleriyle hak etmiştir.

Bu emeklerin ömrü azından 70 yıldır. 1929 yılında gözlerini Kerkük kalesinde dünyaya açan hocamızın, bir münasebette anlattığına göre, ilk yazısı yirmi yaşındayken, yanı 1949 yılında yayımlanmıştır. Günümüze kadar bu emekler hummalı bir gayret ile devam etmektedir. Kendisine geçen ramazan ayı yaptığım bir ziyarette, “gününü nasıl geçiriyor hocam” diye sormuştum. “Elimde bir yazı vardır, bitirmeye çalışıyorum” diye yanıt vermişti. Hiç şaşırmamıştım. Çünkü kime ne sorduğumu biliyordum. Sanatçı, kim olursa olsun, sanatı ne olursa olusun, vazgeçemez, ömrünün sonuna kadar peşini salmaz. Gerçek sanatçı, sanatının aşığıdır. Çok ufak bir kıvılcım ile başlar bu aşk. Merak adı verdiğimiz bir kıvılcım ile. Zamanla büyür, büyür insanın bütün hücrelerine yayılır. Ruhu ile perçinleşir, vücudu ile birleşir. Alışkanlık haline gelir. Huya dönüşür. Huy da, eskilerin deyimiyle, can alındadır, can çıkmasa huy çıkmaz. Hele edebiyat aşkı bir başkadır, şöyle kolay, kolay anlatılamaz. Cefası sefadır, çilesi eğlence, acısı huzur. Hocamızın o günkü yanıtı, daha sonra hep bunları hatırlatarak, kulaklarımda çınladı. “Elimde bir yazı vardır, bitirmeye çalışıyorum”. Bu sözün arkasında, bir ses vardır, her kesin, tecrübeli olmayınca duymadığı, duyamayacağı bir ses: “bir yazı yazıyorum” demek: “bir çile yaşıyorum” demektir bir bakıma. “Bitirmeye çalışıyorum” demek, “üstesinden gelmeye çalışıyorum” demektir. Evet, her yazı bir cefadır, bir çiledir, bir acıdır. Bitirmeyince dinginliğe, huzura kavuşamaz insan.

Gençlik yıllarından edebiyat tutkunluğu başlayan hocamızın günümüze kadar yayımladığı eserlerinin sayısı 21’dir. Bunların yarısından çoğu Türkmen edebiyatı ve edebiyatçıları ile ilgili eserlerdir.

Hocamızın ilk eseri 1960 yılında yayımlamıştır. “Havâtır u Hâime / Avare Hatıralar” adlı bu eserde hikâye tarzıyla yazılan bazı sosyal konular ele alınmaktadır. Oysa sonuncusu, “Işıkları ve Gölgeleriyle Hayatım” başlığıyla 2018 yılında Kerkük’te yayınlanan 310 sayfalık hatıra nitelikli bir eserdir. Çocukluk yıllarında yaşadığı sıkıntılardan tutun, edebiyat hayatının son dönemlerine kadar geçirdiği renkli evrelerle ilgili birçok ince ayrıntılar içermektedir. Bu eser de diğerleri gibi Arapçadır. Evet, hocamız bütün eserlerini Arapça olarak kaleme almıştır. Arapçayı edebiyat dili olarak seçmiş, benimsemiştir.

Hocamızın Arapçayı edebiyat dili olarak seçmesinin nedenlerini, edebiyat yaşamına Arapça kitaplar okuyarak başlamasına, liseden mezun olduktan sonra Arapça ilkokul öğretmeni olarak görev yapmasına ve daha sonra edebiyat fakültesinin Arapça bölümünü bitirmesine bağlayabiliriz. Ancak Arapçayı, yalnız kitaplardan değil, bu dilin uzmanları ve bilge adamlarıyla da ilişki kurarak bütün incelikleriyle öğrenmeyi ihmal etmemiştir. Bunların başında Mustafa Cevat gelir.

Mutafa Cevat, hepimizin bildiği gibi, Arap dili, tarihi ve edebiyatı alanında yaptığı çalışmalarıyla bilinen ünlü bir Türkmen bilgesi, bir Türkmen bilim adamıydı. Altmışlı yıllarda “Kul velâ Tekul” adında bir radyo programı sunmaktaydı. Programın temel amacı Arapça dilinde yaygın olarak kullanılan hataları düzeltmekti. Program, Arapça vurgunu Vahidettin hocamızın ilgisini çekerek, Mustafa Cevat ile yazışmaya başlamıştır. Aldığı cevapların önemli bir kısmını 1971 yılında “Arapça Dilinin Feylesofu Mustafa Cevat” adlı kitabına almıştır. Bu kitap günümüzde bile, bu büyük bilim adamı hakkında kaynak gösterilen nadide eserlerden biri sayılmaktadır.

Vahidettin hocamızı, önceden kitap halinde çıkarmış olduğu eserleri ile birlikte Kardeşlik dergisinde yayımlamakta olduğu yazılarını izleyerek tanımıştım. Yeni yola çakan bir edebiyatçı olarak, yazılarında kullandığı üsluba hayranlığımı gizleyemiyordum. O kendine özgü üslubuyla, değil benim,  herkesin dikkatini çekiyor, her kesin beğenisini kazanıyordu. Çünkü alışılmışın dışında bir üsluptu. Arapçada örneğine az rastlayabileceğimiz bir türden, bir tiptendi.

Üslup yazarın karakterini, eğitimini, kültürünü, mizacını ve dile egemenliğini yansıtır. Bu yüzden kimileri “Üslup yazarın ta kendisidir” derler. Hocamız da ilk kaleme aldığı yazı ve eserleriyle kendisi olmaya çalışmıştır. Kimseyi körü körüne örneksemek istememiştir. Bu konuda kendine özgü bir çığır açmıştır. Hocamızın bu üslubuna tanık olanlar, her hangi bir yazısını okurlarsa, adı üstünde olmasa bile, kendisine ait olduğunu çıkarabilirler.

İlk yazılarında bu üslup neyse daha sonraki eserlerinde de aynıdır. Her zaman tüm güzellik ve özellikleriyle karşımıza çıkmaktadır. 1962 yılında yayımladığı “Türkmen Edebiyatından Örnekler” adındaki eserine bu üslup, estetik açıdan değişik bir boyut kazandırmıştır. İlk olarak Türkmen edebiyatından alınan seçkin örnekler, kaliteli, su geçirmez bir dille Arap çevrelere tanıtılıyordu. Hocamız, o tarihlerde bu eseriyle, mensup olduğu milletine karşı üstüne düşen büyük sorumluluğunun bir nebzesini de olsa ifa etmeye çalışıyordu. O tarihlerde Türkmenler bu ülke içerisinde yeni bir dönem – tekrardan kendilerini tarif etme, tanıtma, varlıklarını saptama dönemi-  yaşıyorlardı. Kerkük soykırımı olayından sonra başlayan bu dönemin içinde herkes yer almaya çalışıyordu. Bunların arasında aydın insanlarımız önde gelmekteydi. Nasıl her insanın toplum içerisinde sorumlulukları varsa, aydın insanların da belli sorumlulukları vardır. Ancak bu sorumluluklar diğerlerinkinden çok daha ağır, çok daha farklıdır. Aydınlarımız bu sorumluluğun idraki, algısı içindeydiler.

1959 yılında Şekir Sabır Zabıt’ın yayınladığı “Irak’ta Türkmen Tarihinin Özeti” adlı eserinden sonra, Türkmen edebiyatı ile ilgi bir şeylerin yazılmasının zamanı gelip çatmıştı. Bu görevi işte Vahidettin hocamız yüklenmiş, üstlenmişti. Eserde on Türkmen şairinin, şiirlerini en ince yönleriyle tahlil ederek Arap çevrelere tanıtmıştı. Ne var ki, Türkmen şiiri hakkında Arap okurlarını kapsamlı bir bilgiyle donatmak için, esere, araştırma niteliğinde olan iki yazı ile başlamıştır. Birincisi “Çağdaş Türkmen Şiirinde Vatanseverlik” ikincisi “Çağdaş Türkmen Şiirinde Kerkük” başlığını taşımaktadır. İlk olarak Kerkük’ün ismi, Arapça bir eserde, Türkmen ismiyle bir arada anılıyor ve net olarak şöyle deniliyordu: “Kerkük sayılmayacak kadar kabiliyetler yetiştirmiştir. Bunlar, edebiyat ve fikir alanlarında kendi varlıklarını en güçlü bir surette ortaya koydukları gibi, yetiştikleri şehrin de kültürel kalkınmasında gerekeni yapmaktan, özellikle de meçhule doğru giden yeni kuşağın yolunu aydınlatmaktan geri kalmayarak üstlerine düşen görevi en iyi bir şekilde yapmaya çalışmışlardır.”

Eser için Rıfat Yolcu’nun da yazmış olduğu önsöz, her bakımdan ilginç bir yazdır. Kitabı, haklı olarak, Türkmen edebiyatını Arap çevrelere tanıtan ilk eser olarak görmekte ve bu gibi çalışmaların devam etmesini dilemektedir. “Çünkü Türkmen edebiyatı bunu, gerek nicelik gerekse de nitelik bakımından hak etmiştir.”

İlklere imza atanlar, kendilerinden sonra gelenleri esinler, yüreklendirir, cesaretlendirirler. Vahidettin hocamız da yarattığı bu ilk ile genç edebiyatçılarımızın önünü döşemiştir. Bu konuda ürenler vermeye yollarını açmıştır. Bugün ortada Türkmen edebiyatı hakkında Arapça yazılan yüzlerce eserler vardır. Bu eserleri yazanlar, az çok, o ilke borçludurlar. Bunu söyleseler de, söylemeseler de.

Vahidettin hocamızın ilklerinden biri de “Türk Edebiyatı Ünlü Simalardan” adlı eseridir. 1965 yılında “Irak Bilim Kurumu” tarafından yayımlanan bu eser, yeni Türk edebiyatı ve bu edebiyatın ileri gelen temsilcileri hakkında Irak’ta yazılan ilk eser olarak bilinmektedir. Eserde Baki, Şinasi, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Hüseyin Cahit, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı’dan şiir çevrileriyle, şiirlerini tahlil ederek içerdikleri kavramların açıklamasını yapmaktadır. Eserde adları geçen şairlerin bir kısmını tanıdığı için, onlarla Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaretlerinde görüşüp sohbet etmiş olduğu için, bu tahlilleri çok isabetli olmuştur. Tanışmış olduğu Türk şairlerinin başında Yahya Kemal gelir.

Vahidettin hocamız Yahya Kemal ile birkaç defa görüştüğünü kimi hatıra yazılarında bildirmekte ve Yahya Kemal’i fazlasıyla kendini beğenmiş ve hatta gurura sarılmış bir şahsiyet olarak nitelemektedir. Türkiye’ye 1954 yılında ilk yapmış olduğu ziyaretinde onunla tanışmıştır. Eş-şa’ip gazetesinin resmi muhabiri olarak kendisiyle bir mülâkat yapmıştır. Mülâkatta Yahya Kemal, Abdulhak Hamit ile yeni Türk edebiyatı hakkında kimi olumsuz görüşlerde bulunmuş ve bu görüşleri hocamız, muhabiri olduğu gazetede yayınlamıştır. Mülakatı daha sonra Ayda Bir dergisi, Türk kamuoyunu Yahya Kemal’e karşı tahrik etmek amacıyla Arapçadan Türkçeye çevirerek yayınlamıştır. Böylece hocamız ile Yahya Kemal arasında bir kırgınlık başlamıştır. O tarihte hocamız 25 yaşında Yahya Kemal ise 70 yaşındadır. Bu olay hocamızın gazetecilik alanında yaşadığı ilk sıkıcı, ilk acı tecrübelerinden biridir. Daha sonra diğer örneklerini de yaşamıştır. Ancak bu mesleği sevdiği için, bırakmamış, sırtını bu mesleğe çevirememiştir.

Aslında hocamız yazarlık dünyasına gazetelik mesleğinden girmiştir. Bağdat’ta farklı dönemlerde çıkarılan yaklaşık bir on kadar yaygın gazetenin, değişik süreçlerde muhabiri olarak çalışmıştır. Bu çalışmaların bir kısmını ücretle, bir kısmını gönüllü olarak yapmıştır. Bu yüzden, zamanla, adı yayılmış, yazar ve okurlar arasında şöhreti artmıştır. Ünlü edebiyatçı ve gazetecilerle tanışma fırsatı olmuştur. Çevresi genişlemiştir. İşte bu yüzden yine, 1952 yılında şehirde yaptığı imar ve ıslah hareketleriyle tanınan Kerkük belediye başkanı Şamil Yakubi tarafından iki dilde çıkarılan Kerkük gazetesinin Arapça başyazarlığına getirilmiştir. Bu görevde bir yıl bir müddet “10. 4. 1952 – 26. 7. 1953”, ciddi bir hizmet vererek çalıştıktan sonra ayrılmıştır. Döneminde çıkarılan 49 sayıda, uluslararası değerde Mustafa Cevat, Yusuf İzzettin, Mehmet Behçet El-eseri, Abbas El-azzavi gibi ünlü yazarların yazılarına rastlanmaktadır. Kerkük Matbuat Tarihi kitabında rahmetli hocamız Ata Terzibaşı bu konuda şöyle der: “Vahidettin Bahattin gazetenin bu kısmını – Arapça kısmını – dolgun yazılarıyla başarmış, kendi yazdığı yazılarından başka, Irak’ın ünlü yazarlarını bu kısımda yazmaya özendirerek, gazetenin muhteviyatını zenginleştirmiştir”. Ünlü yazarları, Kerkük gazetesi gibi yerel bir yayın organında yazmaya özendirmek kolay mı dersiniz? İşte hocamız bu ünlü yazarlar ile samimi bir dostluk ilişkisi içerisinde olduğu için, bunu yapabilmiştir. Davetini bu yazarlar, saygın bir kişi olduğunu bildikleri için ret etmemişlerdir. Böylece gazeteyi yöresel bir gazete olmaktan çıkararak, ulusal bir seviyeye kavuşturmuştur. Bu tarihte hocamız 23 yaşındadır. 1926 yılında yayın hayatına başlayan Kerkük gazetesi ise 26 yaşındadır.

Evet, hocamızın çok erken bir yaşta bu gibi ağır sorumlulukları yüklenme teklifini kabul ederek, başarıyla yerine getirmesi, bir yandan toplum içerisinde kalemine ne denli güvenildiğinin, öte yandan, nasıl güçlü ve etkili bir karaktere sahip olduğunun bir göstergesidir. Bu göstergenin bir diğerini, 1955 yılında da görüyoruz. Bu tarihte Vahidettin hocamız Kerkük Genel Kütüphanesinin Sekreterliği görevine atanıyor. İki yıl kaldığı bu görevde, kitap âşığı bir insan olduğu için, kütüphaneyi her bakımdan düzene sokmaya, geliştirmeye çalışıyor ve en iyi bir şekilde bu görevi yerine getiriyor. Tekrar öğretmenliğe dönüyor.

Hocamız meslek hayatına, liseyi bitirdikten sonra öğretmelik ile başlamıştır. İlkin bu mütevazi diplomasıyla sözlü olarak Tisin ilk okulunda çalışmıştır. Daha sonra, yüksek eğitim kursu alarak, Merkezi ilkokul, Garbiye ortaokulu, Musalla lisesi, Sanayi lisesi, Tisin lisesi gibi Kerkük’ün ünlü okullarında, başta Arapça olmak üzere çeşitli dersler vermiştir. Ve Dr. Çoban Hızır, Hamza Hamamcıoğlu, Salah Faik, Vecdi Enver, Ahmet Otrakçı ve Hasan Kevser gibi yüzlerce usta yazar ve sanatçıların yetişmesinde rolü olmuştur. Altmışlı yıllarda Bağdat’a yerleşirken de bu görevi üç ayrı okulda sürdürmüştür. Daha sonra Eğitim Bakanlığının değişik kurumlarında üst vazifeler almıştır. 1970 yılında Türkmenlere tanınan kültürel haklar uyarınca kurulan Türkmen Eğitim Müdürlüğünün başına getirilmiş, bu müdürlük iptal edilince Okul Kütüphaneleri Genel Yönetmeni olarak görevlendirilmiştir. 1984 yılında kendi isteğiyle bu görevden emekli olmayı tercih ederek, yeniden kültürel ve edebiyat çalışmalarına eskisi haz ve hevesi ile dönmüştür.

Hocamızın yaşam serüvenini izleyenler, ne denli dinamik bir insan olduğunu itiraf etmeden geçemez, şaşmadan, şaşırmadan edemezler. Kerkük’te iken, kendini kültür sahasında ne denli ispat etmişse, altmışlı yılların başında Bağdat’a yerleştikten sonra da, bu yeni ortamda bir o kadar ispat etmeyi başarmıştır. Çevresini daha da genişletmiş, sesini, dergi ve gazetelerde yayımladığı yazılarıyla daha da duyurabilmiş, adına, katıldığı edebiyat meclislerinde gösterdiği ehliyet ile daha da yaygınlık kazandırabilmiştir. 1961 yılından yayın hayatına başlayan Kardeşlik dergisinin Arapça bölümünün başyazarlığına getirilmiş ve bu bölümü gerek kendi yazıları, gerekse de dergide yazmaya teşvik ettiği Arap yazarlarının çalışmalarıyla epeyi zenginleştirmiş, olgunlaştırmıştır. Bir ara Türkmen Kardeşlik Ocağın kütüphanesini yönetmek göreviyle görevlendirilmiştir. Bu görevi, yaşına, makamına, adına, şanına layık bir görev değildir diye ret etmemiştir. Seve seve kabul etmiş ve tek başına çalışarak görkemli bir hale getirmiştir. Bu yüzden 2003 yılının Şubat ayında yaşanan acı olaylar sırasında ocağın saldırıya uğramasından dolayı, yıllarca emek verdiği kütüphanenin dağılmasına, kitapların yağma edilmesine, en fazla üzülen, kaygılanan kendisi olmuştur.

Ocağın başkanlığını yaptığım yıllarda, hocamız ile ilişkilerimizi daha da güçlendirmek fırsatını ele geçirmiştik. Yaz kış, her cumartesi sabahı, koltuğu altında kara çantasıyla ocağa ilk giren kişi kendisi olurdu. İlkin Kerkük’ten gelen matbuatları sorar, hissesini alıp çantasına yerleştirdikten sonra sohbete başlardı. Dünya, siyaset yüzünden alt üst olmuşsa bile, sohbeti, edebiyat ve kültür sınırlarını aşamazdı. Bu konularda bütün gelişmelerden, en incelikleriyle haberdardı. Ocak’ta, gelen üyelerimizin çoğalmasıyla idari işlerimiz başlayınca, izin isteyerek ikinci kattaki kütüphaneye çekilir, yine kitaplar arasına başını sokardı. Uzun bir halvete girerdi. Kitaplarla ilişkisi buydu hocamızın. Günümüzde de budur işte. Evindeki kütüphaneyi görmedim, ama çok kocaman ve zengin bir kütüphane olduğunu, hem kendisinden hem de bazı yakın dostlarımızdan bilirim. Yalnız kitap hazinesi değildir bu kütüphane, ayrıca çeşitli gazete ve nadir dergiler içermektedir. Gençlik yıllarından temeli atılan ve hocamız ile birlikte büyüyen, 90 yıllık demeyelim, azından 70 yıllık bir ömre sahip bir kütüphane. Yani bir ömrün belleği diyebileceğimiz.

Hocamız da parlak bir belleğe sahip bir insandır. 90 yaşına varmasına rağmen, hatıralarını detaylarıyla anlatır, anlattıkça de hasret geçirir. Dünyanın çeşitli ülkelerine yapmış oldu ziyaretlerinde, karşılaşmış olduğu edebiyatçılar, görüşmüş olduğu yazarlar ve yazışmış olduğu sanatçılar ile hatıralarını, dün yaşamış gibi anlatır. Bu hatıralar arasında, Taha Hüseyin, Tavik El-hâkim, Mahmut Timur gibi Mısır edebiyatçı ve şahsiyetlerinin önemli bir yeri vardır. Kimi yazı ve eserlerinde bunlara yer yer değinmiş ve onlarla yapmış olduğu fikir tartışmalarını okurlarıyla paylaşmıştır. Zaten hocamızın en önemli özelliklerinden biri, hatıra yazılarına ağırlık vermesi ve bu yazılarıyla yaşadığı tecrübelerini okurlara aktarmasıdır. Hatta bizim çevrede, kendisi gibi yalın bir hatıra yazarı edebiyatçıya rastlamak mümkün değildir denebilir.

Mektup edebiyatında da önemli bir kalem erbabıdır hocamız. Nedense Bağdat’a yerleştikten sonra, göç edebiyatına merakı artmış, ilgisi yoğunlaşmıştır. Gurbette yaşayan edebiyatçılar ile mektuplaşarak temasa girmeye başlamış, edebiyatın değişik konularında bu edebiyatçılar ile fikir alışverişinde bulunmuştur. Bu mektupların, edebiyat açısından önemli olanlarını, kimi yazılarında tarihi belgeler olarak okurlarının önüne sermiş, sergilemiştir.

Hocamızı, nasıl başlangıçta kalemini Türkmen edebiyatına adamışsa, 2003 yılından sonraki çalışmalarında da, tekrardan Türkmen edebiyatına adamış olduğunu görüyoruz.  Bu tarihten sonraki araştırma ve incelemelerinde, tek ve tek Türkmen edebiyatı ve edebiyatçılarını konu almaktadır. Üstelik farklı bir yöntemle, yıllar boyunca kalemiyle yaşadığı tecrübelerden edindiği bilgilere dayanan, derin ve bilimsel bir yöntemle.

“Kültür ve Basın Alanında Türkmen Simaları/ 2008”,

“Çağdaş Türkmen Kadın Edebiyatından Örnekler/ 2011”,

“Ata Terzibaşı: Özgeçmişi ve Çalışmalarına Toplu Bir Bakış/ 2011”,

“Bizim Şair ve Edebiyatçıların Aynalarında Kerkük/ 2016” ve

“Şahsiyetler ve Metinler/ 2016” gibi eserlerinde Türkmen edebiyatına damgasını vuran bütün edebiyatçılar hakkında bir ve bazen iki yazıya rastlamak işten bile değildir.

Bütün bu çalışmalarına rağmen, son görüşmemizde hocamıza ” gününü nasıl geçiriyorsun hocam” sorduğumda, “elimde bir yazı vardır, bitirmeye çalışıyorum” demişti. Evet, bugünlerde 90. yılını giren hocamız, hala kalemini elinden salmamıştır. Hala edebiyatımıza, kültürümüze hizmetlerini, bir delikanlı heyecanı ile sürdürmektedir. Önünde şapkamı çıkararak yer kadar eğiliyor ve “ömrüne bereket hocam” demekten başka bir şey bulamadığım için gözyaşlarımı tutamıyorum. Yazdın, çizdin, eğitin, öğrettin, basında emek verdin, edebiyatta emek. Hiçbir yerde kusurun olmadı hocam. Seni seviyoruz, bu sevgi sana sunabileceğimiz tek madalyamız. Kabul edersen mutlu oluruz, seviniriz…