Adnan Sarıkahya’nin Ardından

Adnan Sarıkahya’nin Ardından

Dr. Şemsettin Küzeci

1980’li yıllarda Bağdat Türkmence radyosundan merakla dinlediğim Adnan Sarıkahya’nin “Edebi Mektuplar” programına gençlik çağında yazdığım horyatlarımı göndermeye başlamıştım. Adnan Sarıkhaya’nin adı da o yıllardan aklımda kazılmıştı ki rahmetli Mehmet İzzet Hattat’ın vefatının 40. Gününe kadar yüz yüze tanışmadığım ve görüşmediğim Adnan Sarıkahya ile 6 Eylül 1991 tarihinde bir araya gelip ortak sunuculuk yapmıştık. Hattat’ın anma toplantısının açılışını Sarıkahya yaptıktan sonra radyoda programı olduğu için sahneyi bana ve Y. Zeynelabidin’e bırakmıştı. O gün Adnan Sarıkahya Üstadı ilk kez karşımda görmüştüm.  Dostluğumuz böyle devam etti.

1994 yılında Bağdat Radyosu Türkmence bölümünde “Spor Dergisi” programını hazırlayıp sunmak için o dönem radyo müdürü Salah Muhyettin Bey’den bir teklif almıştım. Beni Bağdat’a çağırdı. Edebiyatçı dostlarım; Ümit Osman Köprülü ve Sabır Demirci ile Bağdat’a gidip ilk programı sunmuştum. Orada bir kez daha Adnan Sarıkahya ile yüz yüze gelip, spor ile ilgili koyu sohbetlerimiz olmuştu. Irak birinci Futbol liginde Kerkük takımını temsil ettiğim yılları hatırlatıp, beni defalarca kaleme aldığını söylemişti. İşte Adnan Sarıkahya ile dostluğumuz o şekilde devam etti.

1996 yılında Türkiye’ye yerleşince Adnan Sarıkahya’yı artık Irak TV Türkmence bölümünden izliyordum. 2003 sonrası Türkmeneli TV beraber çalıştığımız dönemler oldu. Ben ve Adnan Sarıkahya’nin oğlu Ersan ile TV’nin Ankara şubesinin kurucuları arasında yer aldık… Kasım 2005 tarihi idi. Adnan Sarıkahya ise TV’nin Genel Müdürü idi.  2006 yılında Ankara gelen Adnan Sarıkahya ile geniş kapsamlı görüşüp TV ile ilgili düşüncelerimizi paylaştık. O dönem Türkiye’yi ziyarete den Ünlü Sanatçımız Fethullah Altunses ile özel bir güncel program yaptığımda Sarıkahya da “Mavi Okyanus” adında Altunses’le güzel bir program yaptı.

Ailece tanıştığım ve dostluğumuzun devam ettiği süreçlerde Sarıkahya sessiz, dopdolu bir aydın olarak hayata bakış açısının farklı olduğunu gördüm.  Ne yazık ki, Sarıkahya dönemin TV yöneticileri tarafından haksız yere uzaklaştırıldı ve mağdur duruma düştü…

Son yıllarda Ailesi ile Ankara’ya yerleşen Adnan Sarıkahya yine sessiz toplumdan uzak kendi kabuğuna çekilerek anılarını yazmaya başlamıştır. Kim bilir neler yazdı neler yazacaktı… Ölümünden 24 saat önce eşi Fevziye Hanım beni arayarak Adnan için dualarımızı istedi. Çünkü yoğun bakıma kaldırılmıştı. Ama ne yazık ki ertesi gün, acı haber geldi. 12 Şubat 2022 tarihinde ölüm haberini aldık. 13 Şubat Türkmen toplumu olarak acılarla Adnan Sarıkahya’yı Ankara Karşıyaka mezarlığında son yolculuğuna uğurladık…

Son 2 yıl içerisinde Korona virüs salgını nedeniyle vefat eden ve daha önceleri Ankara’da vefat eden Türkmen Aydınları; Abdürrahman Kızılay (Sanatçı), İsmet Hürmüzlü (Tiyatrocu), Sadun Köprülü (Şair), Mahmut Kasapoğlu (Yönetici) gibi Adnan Sarıkahya da Kerkük’ten uzakta Anavatanda defedildi. Halbuki vasiyeti Kerkük’te defnedilmekti, ama olmadı. Kısmetmiş meğer…

Adnan Sarıkahya Kimdi

İletişimci ve edebiyatçı Adnan Sarıkahya, 1945 yılında Kerkük’e bağlı Bilava köyünde doğdu. Babası Mehmet İsmail Beg, tanınmış Sarıkahya Begleri ailesindendir. İlkokulun 4. Sınıfa kadar köyde bitiren Sarıkahya daha sonra ortaokul ve Liseyi Kerkük’te tamamladı. 1962 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümüne alındı. 1966 yılında Ankara radyosunun düzenlediği “spikerlik ve tercümanlık” sınavını geçerek radyoda çalışmaya başladı. 1969 yılında Irak’a döndü.

Adnan Sarıkahya’nın edebi çalışmaları Türkiye’de öğrenci olduğu dönemde edebiyata ilk adımlarını atmıştır. Irak’a döndükten sonra edebiyatın her türünde kalem oynatan Sarıkahya ağırlıklı olarak eleştiri yazıları dikkat çekmektedir. Ayrıca Şiir, öykü, piyes, güfte gibi türlere önem vermiştir.

1972 yılında Bağdat Radyosu Türkmence bölümünde çevirmen, spiker ve program sunucusu olarak göreve başladı. Uzun yıllar radyoevinde kültür, edebiyat, şiir, folklor ve sanatın çeşitli dallarında programlar hazırlayıp sunmuştur. 1997 yılında kendi isteği üzerine emekliye ayrılan Sarıkahya, 1999 yılında sözleşmeli olarak tekrar radyoya döndü.

Yetenekli bir çevirmen olan Adnan Sarıkahya 1973-2003 yılları arasında Bağdat’ta yayın yapan “Yurt” gazetesinin her dalında köşe yazarlığı yaptı. Ayrıca Kardeşlik ve Birlik Sesi dergilerinde de çeşitli yazıları yer almıştır.

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal ettikten sonra Sarıkahya Cihan Haber Ajansının Bağdat bürosunda koordinatör olarak kısa bir süre çalıştı. Daha sonra 2004’te Türkmeneli TV’ye geçerek, TV’nin önce radyo müdür daha genel müdür olarak toplam 10 yıl çalıştı. Hayatının son yıllarını Türkiye’nin Başkenti Ankara’da geçirerek kalp ve böbrek yetmezliği sonucu 12 Şubat 2022 tarihinde Ankara’da vefat etti.

Eserleri:

  • Sevgi Irmağı (Öyküler). Bağdat, 1980
  • Yirmi Beşinci Saat (Öyküler). Bağdat, 1989
  • Damla Damla Göl Olur (şiir). Bakü, 2009

**

Şiirlerinden Örnekler

DAMLA DAMLA GÖL OLUR

Damla damla akan sular göl olur

Yağmur yağar rüzgâr eser sel olur

Bağvansız bağ talan olur çöl olur

Dinle kardeş, anla bacı, sözümü

Anlayana, sivri sinek saz olur

Anlamaza, davul zurna az olur

Mevsim döner, bahar olur, yaz olur

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Ummadığın taşlar bazen baş yarar

Yaşlı göze kirpik yarar kaş yarar

Aç karına ekmek yarar aş yarar

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Kırlangıçlar yılda bir kez göç eder

Gül satan kız çiçeklerden taç eder

Kaç kere kaç bilir misin kaç eder

Yerlerinde esen meltem yel olur

 

Damla damla akan sular göl olur

Tomurcuklar esneyince gül olur

Günler geçer aylar geçer yıl olur

Viran gönlüm ateş olur kül olur

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Azı tatlı çoğu acı sözümü

Bizim dostlar kör ettiler gözümü

Har ettiler baharımı yazımı

Hana harap oldu bütün gülhanlar

Hamam çöktü öksüz kaldı külhanlar

Kılıç kında pas içinde kalkanlar

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Yüreğimde hiç dinmeyen bir sancı

Bağban gitti bağda gezen yabancı

Barınacak ne han kaldı ne hancı

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Bu rüzgarlar böylesine eserse

Ussuz makas hiç durmadan keserse

Alt, üst olur, felek ayak basarsa

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Bilek sındı kürek gitti nem kaldı

Dilek söndü yürek bitti gam kaldı

Gök kubbenin çökmesine dem kaldı

Dinle kardeş anla bacı sözümü

Açlık bazen deprem olur sel olur

Yürek yanar ince ince tel olur

Yokluk her gün başa vuran el olur

Dinle kardeş anla bacı sözümü

**

YÜCE ALLAH

Yüce zikrinle gönüller

İman dolar nur dolar

Hikmetinle bağ bahçeler

Meyve dolar bar dolar

Kudretinle dağ deveye

Yağmur yağar kar yağar

Sensin yüce, gündüz gece,

Adın düşmez dillerden

Mustafa’nın hörmetine

Rahm eyle kullarına

Nimetini esirgeme

Işık saç yollarına

Merhametin kerem eyle

Kuvvet ver kollarına

Sensin yüce gündüz gece

Adın düşmez dillerden

**

HER ŞEY GÜZEL KERKÜK’TE

Şakrak öter bülbüllerin

Rengarenk açar güllerin

Neşe doludur yolların

Çiçeklerin solmaz güzel

Sende bahar kış yaz güzel

Sende şarkı söz saz güzel

Havan güzel ovan güzel

Gecen serin ayaz güzel

Gönüllerde sevgin derin

Mutluluk dolu her yerin

Her bir köyün her bir şehrin

Sende keder olmaz güzel

**

DİLBER

Senin, gözlerin elmas, kaşların gerilmiş yay,

Sesin kumrular gibi, yüzün ondördünde ay,

Dişlerin, inci inci, saçların lüle lüle,

Güllerin konca konca, dilin benzer bülbüle,

Balların, petek petek, bağların, çiçek çiçek,

Gülüşün, melek melek, öldürürsün gülerek.

**

YOL ÜSTE

Gözlerinin bebeğinde bir giz var

Yanağının çukurunda bir iz var

Yollarında hem gece hem gündüz var

Sırma saçlar oynaşırı bel üste

Dedelerden bize kalan sözler var

Kül altında ummadığım közler var

Gölümüzde sonalar var kazlar var

Yüreğimde sel geliri sel üste

**

ERBİLİM

Güler yüzlü şeker sözlü Erbilim

Bizim elden sana selam getirdim

Bahçemizde hiç solmayan al gülüm

Bizim elden sana selam getirdim

Tarlaların altın renkli sümbülü

Gözü sürme baldan tatlıdır dili

Gül bağında şakrak öter bülbülü

Bizim elden sana selam getirdim

Çiçeklerin mevsimlerin baharı

Lalelerin nesrinlerin diyarı

Mecnunların Leylaların özyarı

Bizim elden sana selam getirdim

GÖÇMESİN

Yavru bülbül yuvasından uçmasın

Avcı vurur kanadını açmasın

Ak güvercin ovasından göçmesin

Yad ellerde öksüz kalır el olur.

**

ÜÇGEN

Bir kelebek, bir ırmak ve bir çiçek

Susayan bir çift dudak ve bir dilek

Arılara gül gerek, petek gerek

Mevsim böyle geçti, yine geçecek

Gitti bir daha geri dönmeyecek

Bir sevgi, yürekte kaldı hep arzu

Ay bitti, yıllar geçti dizi dizi

Buz bağladı, dağlar ayırdı bizi

Bir bahar böyle bitti, kış gelecek

Gitti bir daha geri dönmeyecek

**

ÖZÜNLERİN KRALİÇESİ

Bir zamanlar,

Sesin çınlardı tatlı tatlı,

Mansurların “sarayında”,

Sözün döner dolaşırdı

Ozanların dillerinde,

Kömür gözlerin uçuşurdu,

“Kalelerin” ekseninde

ve “Kaleler” selamlardı seni

Her geçişinde…

Gelişinde

ve.. kalışısnda.

Bir zamanlar,

Şarkı oldun dillerde…

İnce, şirin sözlerin,

Ezgi idi yollarda…

**

GEMİ

Ne zaman. Nereye,

Nasıl varacağı

Belirsiz

Gemimiz güvertesi.

Yelkensiz. Kaptansız

Okyanusun ortasında,

Uçsuz, bucaksız,

Mavilikler kararsız,

Liman fenersiz.

Tayfun nedensiz

İşte poyraz.

İte şimşek.

İşte biz,

**

Yazılarından Bir Örnek

GURBET KUŞLARI

1960’lı yılların başında yayına başlayan Türkmence radyosu Bağdat’ta olmasına karşın Türkmen müziğini kamçılamış büyük hizmetler sunmuştur.1970’lı yılların başında Türkmen sanatı (müzik milli takımı) adını taşıyan ama aslında müzik, tiyatro ve sanatın bir çok dallarını içeren yüksek kaliteli bir sanat gurubunun doğuşuyla hızlı adımlar atarak bir tarih yazmıştır.

O yıllara kuşbakışı şöyle bir göz atarsak neler görürüz: Bir gurup genç Türkmen’in üstün çabası, bir kaç yürekli ağabeyin, beyefendinin yönlendirmesi, yol göstermesi ve destek vermesiyle oluşan, yaratılan genç yetenekleri bir araya getiren ve Türkmen toplumunun büyük sevgi ve hayranlığını kazanan bir sanat topluluğu doğmuştur.

O zamanın tanınmayan, bilinmeyen filizleri, tomurcukları Fethullah ALTUNSES, Yılmaz Erol, Necdet KİFRİLİ, Yaşar Mustafa KEMAL ve şimdi adlarını anımsayamadığım birkaç genç ses ve yetenek, şair ve yazar Salah Nevres, Tiyatrocu İsmet HUÜMÜZLÜ, Müzisyen Hüseyin BAHAATTİN, Ressam Nurettin İZZET ve başkalarının yönlendirmesi ve yol göstermesiyle milli müzik takımının sütunları ve geleceğin parlak yıldızları oldular.

Bu genç ve amatör ekip genç müzisyenlerin eşliğinde unutulmaz şahane konserler verdi, Türkmeneli bölgelerini kapsayan turnuvalar düzenledi ve gitgide bütün yetenekli ses ve sazların çatısı altında topladı. Ne yazık ki bu sanat yıldızı topluluğu koruyamadık, değerini gereğince bilemedik ve olan oldu.

Şimdi …35 yıl sonra şimdi bir müzik ekibimiz var mıdır? …Yoktur.  Şimdi, o yıldız

Topluluğun benzeri değil kokusu bile yoktur:

Peki neden?

Fethullah ALTUNSES var,

Yılmaz EROL var,

Necdet KİFRİLİ var (hem de Kerkük’te)

Hüseyin BAHATTİN var (hem de Kerkük’te)

Mehmet Cebbar gibi harika bir kemancı Talip Asker gibi harika bir neyzen
Ve ve, ve üstün yetenekleri bulunan müzisyenlerimiz var.

Var da var ama: Ekip yok. Gurup yok. Topluluk yok… Neden yok? Ekip yok. Çünkü Türkmen müziği yok edilmek isteniyor. İçiriğinden boşaltılması, kaydırılması, çalınması, başka yerlere, yanlara, yönlere adapte, transfer edilmesi isteniyor. İsteniyor mu? İsteniyor aşaması geride kaldı, şimdi, uygulama aşamasındayız.

Ekip yok. Çünkü sanat varlığımız çalınmak isteniyor. Sanatsal varlığımız eritilip yağmalanmak isteniyor. Yalnız sanatımız mı yağmalanmak isteniyor?.. Hayır efendim ne münasebet:

Kültürümüz çalınıyor,
Geçmişimiz çalınıyor,
Petrolümüz çalınıyor,
Toprağımız çalınıyor,

Ve daha önemlisi: Kerkük’ümüz çalınıyor. Neyse. Biz çalınmaya alışığız. Yıllardır gençlerimizi, edebiyatçılarımızı, sanatçılarımızı ve diplomalılarımızı, Avrupa’ya. Kanada’ya ve Amerika’ya Çaldırmıyor muyuz?

Dünya ülkelerine yayılan “gurbet kuşlarımız “a içimizden “yeter artık geri gelin çok özlettiniz, sizden boş olan yerler dolmuyor ” diyesimiz geliyor ama !..Gurbetteki edebiyatçı, sanatçı ve kültürlülerimizden “gürgürbaba”yla ilişkileri sağlam tutmaya. Sanat ürünlerini esirgememelerini istemekten başka elden bir şey gelmiyor…

**

“Oğullarım” Romanından Bir Kesit

Çağımızda her aile içinde vuku bulabilen olayın bir yönünü canlandıran bu romanımızda, gerçeğe çok yakın birini yansıtmaya çalışıyoruz.

Tevfik Efendi’nin üç oğlan bir kız çocuğunun sonuncuları olan Nuri’nin baba evinde evlenip problemlerinin başlamasıyla romana giriyoruz.

Romanımızın kahramanları toplumumuzun her yerinde her an görülen karakterlerdir.

Karı koca arasında oda içerisinde şu konuşma cereyan etmektedir.

Nuri: Mektubumuzu alır almaz yola çıksaydı, şimdi burada olmalıydı. Acaba neden gecikti?

Güzide: Ay ne var canım… Belki de trenle geliyor. O halde biraz geç yetişir.

Nuri: Ama ben mektupta tez gel diye yazmıştım canım. Trenin zamanı mıdır şimdi?

Güzide: Ama sen geçen kere de aynı şeyi yazmıştın. Ne oldu! İki gün sonra geldi. Olur böyle şeyler, yolculuktur bu.

Nuri: Şimdikini diyorum, konuşursan adamakıllı konuş ya da hiç konuşma daha iyi olur.

Güzide: İyi, iyi canım. Sen kızma. Gelir, gelir.

Nuri: Şuna bak. Ağzından kira istiyorlar sanki. İnşallah gelir. Selametle gelir demektense alaylı alaylı “gelir, gelir” diyor kız. Ah senin elinden ah…

Güzide: ay ne oldu gene Nuri? Ne dedim ki hemen saman alevi gibi tutuştun canım… Bir yandan annen baban, bir yandan sen öldürüyorsunuz insanı canım. Bu hayat çekilmez doğrusu nedir bu… Of! Hapishanedir burası valla.

Anne ile baba ise aynı anda ve kendi odalarında oğullarının gelişini beklerken sinirlerini güç halde tutuyorlardı. İlk konuşan Tevfik Efendi oldu ve Gülbağ’a sordu:

Baba: Yemek yedin mi Gülbağ?

Gülbağ: Ay… Eee..

Baba: Aç olmadın mı diyorum Gülbağ?

Gülbağ: Yo yo, hayır aç değilim.

Tevfik: Hah… Aç değilmiş sabahtan beri. Ağzına bir lokma ekmek bile koymadı, bir de aç değilim diyor. Ah biraz doşap (pekmez) olsaydı bu ekmeğe katık etseydim. Kalk Gülbağ, kalk… Biraz doşap getir de şu ekmekle yiyeyim, kalk.

Gülbağ: Ay en de… Bir gün de doşapsız ye canım, her gün doşap…

Tevfik: Ay kız dört gündür ekmekten başka ağzıma zat girmedi valla.

Gülbağ: Ay işte bugün de ekmek ye ne var yani, eğer çok istiyorsan git mutfaktan getir de ye. Ben girmem oraya.

Tevfik: Gene başladı bizimki ha. Onun aldıkları şeyler değiller, Erkan’ın gönderdiği parayla aldım bunları. Haydi, kalk bakalım biraz doşap getir, kalk.

Gülbağ: Ben getirmem dedim. Sen git kendin getir.

Tevfik: Sen bak ha… Tövbe Yarabbi tövbe… İnsanın nasıl sinirlerini bozuyor estağfurullah… Kız sen…

Gülbağ: Canım yavaş bağır. Ne kızdın gene. Dur bakayım nedir bu ayak sesleri.

Tevfik: Neye bakıyorsun kız sen?

Gülbağ: Ay dur canım ayak sesleri geliyor. Ne borazan gibi bağırıyorsun sen!

Tevfik: La havle ve la… Kız sen beni öldüreceksin. Ay ayak seslerinden sana ne? Sen gene başladın ha?

Gülbağ: Oy canım bir sabır eyle adam.

Adam elindeki kabı sinirlenerek yere vurduğu gibi paramparça eder ve yüksek sesle bağırmalarına devam eder.

Tevfik: Sen bak tövbe Yarabbi. Kabı da kırdık. Allah’ım sen sabır ver bana. Kız sen başkalarını dinlemekten utanmıyor musun? Kız sen yaşlı başlı kadınsın ayıp değil mi işler? Vallahi ben kendimden utanıyorum… Ah kadınlar ah… Sen çekil bakayım oradan çekil…

Adam bağıra bağıra ve kırılan kabın parçaları üzerine basa basa kapıya doğru gider. Kapıyı birden hızla açar ve Gülbağ artık kendini tutamaz.

Gülbağ: Demedim mi ben? Demedim mi kulak asıyorlar diye. Geline bak sen geline, kulaklarından asılasın inşallah.

Tevfik: Yoldaş ol avratına oldu canım dur bir anlayalım, diyerek.

Karısını susturmaya çalışır ve yavaş yavaş geline sorar:

Tevfik: Ne var kızım, bir şey mi istiyorsun?

Gelin neye uğradığını şaşırmış bir durumda, ne söyleyeceğini bilmeyerek bir şeyler söyler:

Şey ha… Şey… Biraz şey istiyorum… Şey… Pe… Ve geriye dönüp odasına doğru koşar.

Bu arada Gülbağ söz söylemekten hiç durmuyor. Tevfik ise ne söyleyeceğini şaşırmıştı gelinin koştuğunu görünce. Kapıyı kapar bağıra bağıra.

  • Ulan domuz oğlu domuzlar, der ve kapıyı sert bir şekilde çarpar.

Yazar romanın sonunu şöyle bağlar:

Tevfik Bey, karısının oturduğu yerde öldüğünü görünce dört oğlunun duvardaki resimlerini bağırarak “Onu siz öldürdünüz. Anneniz öldü, haberiniz yok. Bu mu emeklerim? Böyle mi olacaktı sonumuz? Ulan utanın köpekler… Köpekler… Bir, iki, üç, dört. Ulan dört tanesiniz. Hiçbirinizde hayır yok. İşte bir, iki, üç, dört… Bir de sayayım: bir, iki üç dört.

**

Previous article74 Kırım Tatar Türkü Türkiye’ye getirildi
Next articleAta Terzibaşı’nın Kaleminden Mehmet İzzet Hattat
Dr. ŞEMSETTİN KÜZECİ Araştırmacı, eğitimci, gazeteci, şair, yazar Şemsettin Küzeci; 1965 yılında Kerkük’te doğdu. 1989 yılında Musul Üniversitesinden mezun oldu. 5 Yıl Kerkük’te lise öğretmenliği yaptı (1992-1996). Kerkük Televizyonu, Bağdat Türkmence radyosunda “gençlik ve spor” programları hazırlayıp sundu (1992-1995). Yazılarını Bağdat’ta Türkçe yayınlanan “Yurt” gazetesi, “Kardeşlik ve Birlik Sesi” dergilerinde yayınladı. 1993 yılında Irak rejimi tarafından tutuklandı. Üç ay Tikrit muhaberatında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 2015 yılında Musalla Lisesinde Lise öğretmeni olarak çalıştığı mesleğinde kendi isteği üzerinde Kerkük’te emekliye ayrıldı. 1996 yılında siyasi nedenlerden dolayı Irak’ı terk ederek Türkiye’ye yerleşti. 1999 yılında Irak Türkmen Cephesi Türkiye temsilciliğinde Basın Yayın ve Enformasyon Şube Müdürü olarak çalıştı (1999-2003). Kerkük Gazetesi'nin Türkiye temsilciliği ve Türkmeneli TV’de muhabir, programcılığı ve haber müdürü olarak çalıştı (2005-2009). 2008 yılında “Irak Basın Tarihi” üzerine Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV ve Sinema bölümünde “Osmanlı’dan Günümüze Irak’ta Basın Tarihi” konulu yüksek lisansını ve 2010 yılında Hollanda'da Global Lahey Üniversitesinde “Irak Televizyonları” üzerine doktorasını yaptı. 2009-2019 yılları arasında Türkmeneli Vakfı Kültür Merkezi'nde Basın ve Kültür Müdürü, 4 Şubat 2019 ile 14 Temmuz 2020 tarihleri arasında (ORSAM) Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde Türkmen ve Medya uzmanı olarak görev yaptı. 16 Temmuz 2020 tarihinden beri Türkmeneli Vakfı Başkanlığından basın danışmanı olarak görev yapmaktadır. Sürekli basın kartı sahibi olan Küzeci, aynı zamanda Kerkük Gazetesi genel yayın yönetmeni ve Türkiye temsilcisi görevini sürdürmektedir. 2020 yılından beri Türkiye Yazarlar Birliği Ankara Şb. Yönetim kurlu üyesidir. Irak Türklerini; Türkiye, Türk dünyası ve uluslararası faaliyetlerinde gerçekleşen onlarca kongre, kurultay, konferans, bilgi şöleni ve toplantılarda temsil etti. 400’ye yakın uluslararası hizmet, takdir, teşekkür, onur belgesi, plaket ve ödül almıştır. 2006’da Irak, Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili yapmış olduğu ilmî ve edebî çalışmalarından dolayı, Azerbaycan’da VEKTOR Uluslararası İlim Merkezi tarafından kendisine “Fahrî Doktora” Payesi verildi. 2022 yılında da Türk Dünyası Akademisi tarafından kendisine “Fahri Profesörlük” Unvanı verildi. Küzeci’nin bazı eserleri ve yazıları Arapça, Azerbaycan Türkçesi, İngilizce ve Rus, Özbek, Kazak dillerine tercüme edilmiştir. Basılmış 60 adet eserinden bazıları; Suçum Türk Olmaktır, Kerkük şairleri, Irak Basın Tarihi, Türkmeneli Edebiyatı, İçimizdeki Kerkük, Kerkük Soykırımları, Kerkük’ün Mili Şairi Mehmet İzzet Hattat, Kerkük’ün Efsane Sesi Abdülvahit Küzeci, Nevruz Çiçekleri (Türk Dünyası Kadın Şairleri), Ortadoğu’da Türk Katliamları, Sinan Sait, Türkmen Milli Takımı, Şehit Hüseyin Demirci (Tembel Abbas), Sarmaşık Duygular, Osmanlıdan Günümüze Irak’ta Türkçe Dergiler, Kerkük’ten Azerbaycan’a, Horyatlarım, Kerkük Katliamı, Telaferli Felekoğlu, Kerkük’ten Sesleniş, İçimizdeki Kerkük, Telafer Şairleri… İletişim: www.skuzeci.com skuzeci@gmail.com (+90) 533 255 26 60