Ata Terzibaşı’nın Kaleminden Mehmet İzzet Hattat

  MEHMET İZZET HATTAT

AV. ATA TERZİBAŞI

             KAYNAKLAR

            Şairin benimle devamlı görüşmeleri ve özel şiir defterleri ve şiirlerinin yayımlandığı matbuat, ayrıca kendi eseri olan Nemâzic ve Külliyat-ül Hattat Muhammed İzzet Kerkukli fi-Bedâi’-il-Hatt-il-Arabi kitabı ve yazımız içerisinde geçen başkaca kaynakçalar.

              HAYATI

            Mehmet İzzet Hattat 1929 yılından Kerkük’te Musalla İmam Ahmet Merkadi (Yatırı) sokağındaki baba konağında doğmuştur. Bu merkadda yatan evliyanın sülbünden gelen şair, babası Seyyit İzzet bin Seyyit Hüseyin’in ölümünden sonra merkada bağlı evkafın kanuni mütevellisi olmuştur.[1]

            Asıl adı Mehmet, şiirde mahlası Hattat’tır. Çocukluk tahsilini mahalle mektebinde Molla Hamdi Sokullu yanında yapmıştır. Türkçe inşa ve güldeste kitaplarını okuyup bu esnada hüsn-i hat (meşk) dersleri almıştır. Resmi tahsilini ise Musalla Mahallesi’nde bu adla anılan altı sınıflı ilkokulda yapmıştır. Ardından idadi (lise) sanayi mektebine girerek bu mektebin ilk üç sınıflı bölümünü Kerkük’te, son iki sınıflı bölümünü de Bağdat’ta bitirerek 1953 yılında Divaniye şehrinde ilkokul öğretmeni tayin edilmiştir. Daha sonra Kerkük’e bağlı Havice ilçesine verilen şair bir müddet sonra merkeze getirilerek önce İmam Kasım İlkokulu’nda öğretmenlik yapmış, ardından Musalla Lisesi’nde resim, hat ve süsleme sanatları öğretmenliğine atanmıştır. 1976 yılında Tuzhurmatu ilçesine nakledilmiş, daha sonra emekliye ayrılmış ve Kerkük’teki yazıhanesinde hattatlık mesleğini sürdürmüştür.

            Şair milliyetçilik yüzünden bir iftiraya maruz kalarak 26.06.1980 tarihinde tutuklanmış ve Devrim Örfi Mahkemesinin 10.01.1980 tarihli kararıyla ceza kanununun m. 200-f. 2 gereğince altı yıla mahkûm edilmiş, emval-i menkule ve gayri menkulesi haczedilmiştir. 26.12.1984’te mahkûmiyetini tamamlayarak hapisten çıkmıştır.

            1991 yılında yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak 27.09.1991 tarihinde pazartesi sabahı ölen Hattat, İmam Ahmet makamında aile mezarlığına gömülmüştür.

            Ölüm tarihini komşusu ve dostu şair Osman Mazlum şu beyitlerle söylemiştir:

            Na’yını duydukta yaktı âsmânı hasretim

            Na’şın ardı sîne çâk olmadı hayf kudretim

            Kerkük’ün sendin gayuru, şi’ri, hattı, râsimi

            Kurbân olsun ferdine bin cinaslı hoyratım

            Tarihin terkimine Mazlûm coşup ağıt dedi

            Müstakarrın cennet olsun ey Mehmed İzzet’im [2]

            Aynı tarihi Kutbzâde Adnan Merdan ise şu mani dörtlüğüyle söylemiştir:

            Hattat gitti gün ağlar

            Bülbül bağvan gül ağlar

            Cevherin tarih dedim

            Türbesi melül ağlar[3]

            Millî temel inancından taviz vermeyen Mehmet İzzet, halkın kahrını çeken gayur ve hamiyetli, halûk ve mütevazı, yumuşak huylu, göz tok bir insandı. Toplum içinde herkes tarafından sevilmiş ve sayılmıştı.

           ESERLERİ

            Hayatı boyunca şairliği bırakmayan Hattat, şiirlerini altı-yedi defterde toplamıştır. Bunlardan gördüklerimizi şöylece sıralayabiliriz:

  • 1959-1961 tarihleri arasında yazılan ve daha çok halk türküleri güftelerinden ibaret eserleri.
  • 1962’den 1974 tarihine değin yazılmış şiirleri.
  • Tuzhurmatu Hatıraları.
  • Mahbushane şiirleri.
  • Müteferrik zamanlarda yazdığı manzumeleri.
  • Hoyrat dörtlükleri.

Şiirlerini bir arada toplayıp basmak fırsatı bulamayan şair, bunlardan bir kısmını yerli gazete ve dergilerde ve en çok 1961’de yayıma geçen Kardaşlık’ta neşretmiştir.

Basılmış tek kitabı ise, kendi kalemiyle yazdığı süsleme hat örneklerinden bir kısmını içeren Nemâzic ve Külliyat-ül-Hattat Muhammed İzzet Kerkukli fi-Bedâî’-il-Hatt-il-Arabi eseridir. 190 büyük sayfadan ibaret olan bu kitap 1988 yılında Bağdat’ta El-Fünûn Matbaası’yla basılmıştır.

Mehmet İzzet’in hat sanatındaki eserleri Kerkük’ün her yerinde görülmektedir. Bu şehirde ilk hat yazıhanesini o kurmuştur. Yardımcısı Abdülmelik Abbas ile birlikte meslekî çalışmalarını genişleterek arzulanan şöhrete ulaşmıştır. Kerkük’te ticarethane, dükkân, mağaza, mektep, daire, yazıhane, ve sairenin ad ve unvanlarının hatları en çok kendisinin eseridir.

Ayrıca hocası Kerküklü Bekir Sıdkı’dan öğrendiği duvar[4] yazı sanat eserlerini 1980’lilerde yeniden yapılmakta ya da onarılmakta  olan camilerin kubbelerinin iç duvarlarında görmekteyiz.

Bu arada Hâc(ı) Kevser, Hasan Necim, Havice ve Yermuk camilerindeki mozaik kâşî (çini) üzerine yazılmış Kur’an-ı Kerîm ayetlerinin hatları Mehmet İzzet’in eserleridir.

Öte yandan 1958’de Kerkük’te çıkardığımız Beşir gazetesinin bazı başlık yazıları ve 1964’ye yayımladığım Arzu Kamber Masalı’ndaki dörtlüklerin hattı da Mehmet İzzet’e aittir. Ayrıca Kardaşlık dergisinde de geçen bir kısım başlık hatları da onun eseridir.

SANATI VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ

Mehmet İzzet çok yönlü bir sanatçıdır. Şairlik, hattatlık, ressamlık, tahta ve kadife kumaş üzerinde süsleme işi, marangozluk[5] ve müzikseverlik faaliyetleriyle temayüz etmiştir. Ne var ki onun şairlik ve hattatlık sanatında gösterdiği başarı, öbür dallardaki çalışmalarını gölgelemiştir.

Zamanında Kerkük’te şeyhü’l-hattatîn sayılan Mehmet İzzet bu alanda ilk meşk dersini belirttiğimiz gibi çocukluğunda hocası Molla Mehdi Sokullu’dan almış, ilkokulda hat ve resim öğretmeni Şefik Ömer Rıdvan’dan teşvik ve teşci görmüş ve asıl maharetini sanayı mektebinde yaptığı denemelerle elde etmiştir. Daha sonra ünlü hattatların eserlerini incelemiş, bu arada adaşı eski büyük Türk hattatı Mehmet İzzet’in harika eserleriyle etkilenerek bu hattatın görkemli öğrencisi Hamid Amadî’nin eserlerini de yakından izlemiştir.

Şiir dünyasına gelince, ilk kez 1959’da Beşir gazetesinde yayımladığı iki tane hoyrat dörtlüğüyle yayın alanına giren şair 1961 yılında Bağdat’ta çıkan ve hâlâ yayımlanmakta olan Kardaşlık dergisinde sürekli olarak ömür boyu şiirler yazmıştır. Bunları hem kendi hakiki adıyla ve bazen de Yüksel Kerküklü, Muhlis ve Sabir Merdan takma adlarıyla yayımlamıştır[6].

Bir kısım eserleri ses sanatçıları tarafından bestelenerek ya da çeşitli eski nağmelerle seslendirilerek söylenmektedir. Bunlar çok kez yerli deyiş ve ağızla yazılmıştır. Nitekim eski bir halk türkümüzün döndermesi olan “Oğlan yaglıyuv hanı / Durmaz barmağım kanı- Menim sevdiğim sensin / seniv sevdiğiv hanı” sözlerini şu mısralarla değiştirmiştir:

Saltav tozdu sil oğlan

Yandım oldum kül oğlam

Çıhart çevre yaglıguv

Gözyaşımı sil oğlan

Sağ yanagıv beneşve

Sol yanagıv gül oğlan

Şairin bazı dinî manzumelerini de mevlüdhan ve hafızlar, başkaca eski şiirler yanında mevlit törenlerinde ve taziye merasiminin üçüncü gününde özel nağme ile okumaktadırlar.

Mehmet İzzet’in hece vezniyle yazdığı manzumeleri, aruzvâri şiirlerinden daha güzeldir. Onun halk tipi cinaslı ve cinassız hoyrat ve manileri, şiirlerinde daha parlak olup ses sanatkârları tarafından ezgi ile söylenerek halk arasında yaygınlık kazanmıştır. Umumiyetle eserlerinde mertlik, vefa, ihlas, doğruluk, derde dözmek gibi meziyetlerden söz eden şair bunlarla millet sevgisini yansıtır.

Türk Namık Kemal, Mehmet Akif ve Rıza Tevfik’in şiirlerini çokça izleyerek onların vatanperverlik, dindarlık ve milletseverlik konularıyla etkilenmiştir. Yerli şairlerimizden Mehmet Sadık ile devamlı surette buluşup görüştüğü hâlde onun şiir tekniğini bir türlü kavrayamamıştı. Aruzvâri şiirinin üslubu basit olup, cümle terkipleri çok kez halk diline çalardı. Bazen hissetmeden kullandığı amiyane ve yerli sözlerle muhatabını ve bilhassa avam kitlesini kendisine çekmiştir. İkide bir de yazdığı bazı içli ve amacı kapalı manzumeleriyle sembolizme yönelmede sanatın derinliklerine saklanmış gerçekleri pek yansıtamamıştır. O her halükârda fıtrî bir istidada sahip velut ve umuma açık söz ustası bir şairdi. Ama eserleri üzerinde dikkatli bir heykeltıraş gibi durmayarak bunları, Kerkük’te bina ustalarının iş esnasında şakirtlerine bağırarak tekrarladıkları “Taş ver at, kireç ver at” yollu pek hızlı bir muhataba üslubuyla dile getirmiştir. Aslında Hattat bedii eser vermektense topluma ve özel olarak gençliğe seslenmek ve onların âlâm ve âmâlını paylaşmak istemektedir. Gençlik de onun şiirini sanat değerinde çok toplumsal amaçla, sahibini de soydaşlarını sever olması ve güzel karakteri sebebiyle takdir ve tebcil edilmiştir.

Şairin umuma yansıyan söz ustalığı, kendisine ana mirası olarak kalmıştır. Okul tahsili görmeyen ve sadece bir ev hanımı olan anası eski masallarımızı anlatmadan yüce bir maharet sahibi idi. Kendi ağzıyla ses bandına kaydedilen arzu Kamber hikâyesi, görüldüğü gibi çok tatlı ve sanatlı bir anlatım tarzıyla süslü bir eserdir. Kitap hâlinde bir inceleme önsözüyle yayımladığım bu eser Irak Türkmenleri arasında olduğu kadar Türkiye ve Azerbaycan’da da büyük rağbet görmüştür.

Mehmet İzzet’in şiiri hakkında ne olursa olsun bir şeyler yazmayan ediplerimiz bir bakıma kusur etmişlerdir.

Bildiğime göre Kardaşlık dergisinde (Temmuz 1962 tarihli sayıda) kısa bir yazı yayımlayan Hüsamettin Köprülü, şairin bazı manzumelerini Arapçaya çevirmiştir.

Mehmet İzzet ara sıra bazı mensur eserler de yayımlamıştır. Bu arada 31.01.1967 ve sonraki tarihli Irak gazetesinin birkaç sayısında Deli Ahmet başlığıyla uzunca bir hikâyeyi seri hâlinde neşretmiştir. Bununla, şiirlerinde olduğu gibi bedii bir eser vermekten çok topluma yararlı olmaya çalışmıştır.

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

Çılgın Âşık[7]

Kimse bakmaz benim gibi berduşa

Dönmüşüm ben yuvası yok bir kuşa

Yaralıyım, kolum kırık, ahım yok

Naçarlıktan konmuşam bu yokuşa

 

İçim viran, sözüm figan, gözüm kan

Bâde ağlar, elimde mey-i şüşe

Zannetmeyin mey içmişim sarhoşum

Keder beni benzetiyor sarhoşa

 

Bana çılgın söyleyenler haklıdır

Sığınayım bulmuyorum bir köşe

Bu tekkeye âşık olan ben gibi

Elbet döner çölde gezen dervişe

 

Dağılubdur gönül evin duvarı

Söyle artık okumasın baykuşa

Ey kocaman tarih senin evlâdın

Yazık olmuş dehrin elinde maşa

 

Ne hastayım hasta gibi yatakta

Ne çarem var ben de şaştım bu işe

Biz gelmişiz bir kul gibi hizmete

Tanrı bizi yaratmadı bomboşa

 

Kimse bilmez gün doğmadan ne doğar

Kısmet budur yazılan gelir başa

Ne yapalım elde değil bu sevda

Körpelikten baygınım hilâl kaşa

 

Ben ezelden kavrulmuşum od’unla

Yine dönmem yansam bin bir ateşe

İşte Hattat bu dert seni öldürür

İster isen kafan vur taştan taşa

 

Sağ âşıkın yolu budur ölse de

Ağlamasın söyle bacı kardaşa

 

(TERZİBAŞI, Ata (2013). Kerkük Şairleri. Ankara: Ötüken Yayınları. s.357-370.)

[1] Kâkâîlerden bir kısmı her ne kadar söz konusu vakfın kendilerine ait olduğunu mahkemede iddia etmişse de davayı şairin ceddi Seyyit Hüseyin Efendi kazanmıştır. Halk rivayetine göre bu vakfın asıl sahibi, Kerkük’te zaviye ve mezarları bulunan İmam Kasım ve İmam Mehmet’in kardaşı İmam Ahmet olup sözde bu zatın meclisinde bir gün henüz çocuk denecek bir yaşta olan ve Kerküklü olduğu söylenen büyük Türkmen şairi Fuzulî, edebî bir tartışmaya burun sokup karıştıkta imam, kendisini “Sus! Fuzulilik etme!” yollu sözlerle tekdir eder ve güya bu yüzden çocuğun adı Fuzulî olarak kalır! Oysa Mehmet Fuzulî bu takma adı, şunun bunun şiirde kullanmayacağını düşünerek bizzat kendisi seçmiştir. Ne var ki bu lakabı ihtiyar etmede İmam Ahmed’in söz konusu tekdirinin bir meyanda etkisi olmak ihtimalini de mülahaza ve mütalaamızda uzak tutmuyoruz. Süleyman-ı Kanunî hicrî 941 yılında Bağdat’ı aldıkta Fuzulî tarafından kendisine bir kaside söylenmiştir. Biz asıl konu ile bağlantı kurarak burada şunu söylemek istiyoruz ki, İmam Ahmet, Kanun^, devrinde resmi kayıtlara göre Han Ahmet adıyla anılmakta, cemaatinin yirmi üç hane ve bir zügürti (bekâr, başıboş) olarak Ankara Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde muhafaza edilen Kerkük’e ait H. 995 (M./1548) tarihli tapu defterinde (Numara 111, s.26’da) saptanmıştır. (Bkz. Nilüfer Abdülhakim, XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti, İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Osmanlı Müesseseleri Tarihi Kürsüsü, Doktora Tezi Numara 1111, yıl 1975, s.125). Han Ahmet’in sekiz haneli cemaatinin hicrî 955 yılında Kerkük’te sakin oldukları bilinmekle birlikte kendisinin bu tarihte hayatta olup olmadığı adı geçen kayıtta belirtilmemiştir.

[2] Beyitte ağıt sözünün elifi medli olduğundan ebced hesabıyla iki sayılarak gayın ya ve te harfleriyle birlikte H.1412 yılını göstermektedir. Bu da Hattat’ın ölüm tarihidir.

[3] Hoyratla tarih düşürme sanatını ilk kez Kutbzâde Adnan’ın buluşunda görüyoruz.

[4] Anıtlara, yani abidelere yazılan büyük ve iri yazılara celî denir. Celî sülüs, celî talik gibi.

[5] Ezgi bantlarını muhafaza için birkaç gözlü büyükçe ve süslü bir dolabı, ayrıca bir kısım hat levha ve çerçevelerini kendi eliyle yaptığını biliyoruz.

[6] Kardaşlık dergisinin Eylül 1965 tarihli nüshasında Doktor Rıza’nın yayımladığı uzunca bir makalede Sabir Merdan başka bir şair sanılarak muhayyel hayat tercümesi bir hakikat gibi anlatılmıştır! Bu yazıdan kaynaklandığı anlaşılan Kasım Sarıkâhya Irak Türkmen edebiyatçıları kitabında (s.88) aynı şeyi tekrarlamıştır. Oysa Kardaşlık’ın Mayıs-Haziran 1967 tarihli sayısında Sabir Merdan’ın Mehmet İzzet olduğunu belirtmiştim. Şunu ilâve edelim ki kızı Yüksel’in adını da müstear ad olarak bazı şiirlerinde kullanmıştır ki bununla okuyucuların dikkatini şiiri üzerine çekmek istemiştir.

[7] Kardaşlık dergisinin Mayıs-Haziran 1965 tarihli ortak sayısında yayımlanan bu manzumenin bazı beyitlerini tanınmış ses sanatkârı Abdurrahman Kızılay özel nağme ile seslendirmiştir.