Geride Hoş Bir Seda Bırakan Edebiyatçı Abdülaziz Semin Beyatlı

Geride Hoş Bir Seda Bırakan Edebiyatçı

Abdülaziz Semin Beyatlı

Mehmet Ömer Kazancı

Hayatınızda başarılı birisini örnek olarak almak isterseniz, rahmetli değerimiz Abdülaziz Semin Beyatlı’yı hiç kuşkusuz ki, alabilirsiniz. Ömrünü, attığı her adımın hesabını görerek, üstün başarılar ile geçirdi. Aile ortamında, vazife hayatında, kültür ve edebiyat alanında verdiği yoğun emekler ile yaptığı önemli çalışmalardan göz geçirenler, muhakkak ki, bu başarıların izlerini açıkçana görecekler.

Hayatın her yanı ve her yönünde başarılı olmak, aslında bir özelliktir, her insana nasip olamaz. Hayatı kavramayan, hayatta görevinin ne olup olmadığını tam anlamıyla algılamayan bir insan başarıyı yakalayamaz. Başarı sabır ile elde edilir, çaba ile gayret ile elde edilir. Kendiliğinden ortaya çıkamaz. Dolayısıyla başarılı olmak, çalışkan olmayı gerektirir. Rahmetli değerimiz Abdülaziz Semin Beyatlı da çalışkan bir insandı. Gecesini gündüzüne katan, yıldım yoruldum demeden milletine karşı bütün üstüne düşeni en iyi bir şekilde yapmaya çalışan bir insandı.  Bu yüzden herkesin takdirine şayan olarak hayata veda etti. Vefatı yüzünden her kes üzgündü. Bu üzgünlüğün en anlamlı ifadesini, taziye meclisine katılanların sayısı gösteriyordu. Meclis taşıp taşıyordu. Toplumun her kesiminden gelenler vardı. Şu veya bu sebepten dolayı gelmeyenler, sosyal medya araçları yoluyla üzüntülerini değişik ifadelerle dile getiriyorlardı.

Rahmetli değerimiz Abdülaziz Semin Beyatlı, gözlerini dünyaya üç ayrı Türkmen beldesinde üç kez farklı tarihlerde açmıştır dense, yanlış olamaz sanırım. Kifri’de doğmuştur (1938), Tuzhurmatu’da liseden mezun olmuştur (1956) ve Kerkük’te öğretmenlik kursunu bitirdikten sonra öğretmen olarak göreve (1957) başlamıştır. Karşısına çıkan bütün engel ve engebeleri, sahip olduğu fıtri melekesiyle atlayarak hayatının yönünü hep doğru, hep dürüst, hep verimli taraflara çevire bilmiştir. Birinci baskısını eski harflerle 2005 yılında, ikincisini 2010 yılında yeni harflerle yayımladığı “Aynada İnsan” adlı şiir kitabının önsözünün ilk satılarında bu konuyla ilgili şunları der: “hayat kervanına katılan her bir insan, yolun işkencelerini ve yolculuğun yorgunluğunu, ister istemez tahammül etmelidir”. İşte tahammül, işte direnme, işte durup dayanma, yılıp yıpranmama, ayakta kalmak için olmazsa olmaz koşullardan biridir. Umutsuzluğa, hayat yolunda yer yoktur:

Elinde bir gül varsa onu da gezdir ev ev

Bırak koklasın herkes, ne hürü kalsın ne dev

Yırt karanlık perdesin doğsun yüzüne güneş

Çiçekli bahar gibi, sen hem sevil, hem de sev

Rahmetli yaklaşık 30 yıl kadar bir süre öğretmenlik hizmetine Kifri’nin yan bir köyünden yola çıkmıştır. Sonra, bu köy senin o köy benim, bölgenin nice nice köy okullarında bu görevi bıkmadan sürdürmüştür. Kimi köylerde, tek sınıflı okulları, tam sınıflı okullara dönüştürmek için var gücüyle çalışmış ve en iyi becermiştir. Bu becerikliliğinden dolayı, kısa bir süre sonra Kerkük’e getirilmiştir. Burada bazı okullarda müdür yardımcısı, diğerlerinde müdür olarak görev yapmıştır. Bunlardan en önemlisi, 1970 yılında Türkmenlere kültürel haklar tanındığı sıralarda açılan “Bulak” İlkokuluna müdür olarak atanmasıdır. Ancak Türkmen okullarının, bir yıl geçmeden kapatılmasına karar veren rejime karşı boykot eden öğretmeler arasında yer alması nedeniyle, müdürlük görevinden tekrar öğretmenliğe geri alınmıştır. Ve 1985 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrılmayı tercih etmiştir. Bu tarihten itibaren öğretmenlik mesleğine, resmî olarak,  son vermişse de, fakat bu mesleğin duyarlığını ömrü boyunca içinde yaşatmaktan alıkoymamıştır. Her zaman çevresini eğitmeye, öğretmeye, aydınlatmaya çalışmıştır. Burada yetiştirdi yüzlerce öğrencilerini değilse, azından kendi evlatlarını birere örnek olarak gösterebiliriz. Sami, Timur ve Gülzar Abla’yı sanırım ki, toplumum her kesimi tanımaktadır. Birincisi mühendis ve siyasetçi, ikincisi avukat ve şair, üçüncüsü ise öğretmen ve medyacı… Üçü de kuşkusuz ki, kendi alanlarda elde etmiş oldukları başarılarının büyük bir payını babalarına, onun verdiği desteğe, ayırdığı zaman ve aktardığı tecrübelere borçludurlar. Zira Rahmetli değerimiz Abdülaziz Semin Beyatlı bütün bu alanların, hatta daha fazlasının uzmanı ve ustasıydı. Siyasetçi idi, medyacı idi, şair idi, çevirmen, yazar ve araştırmacı idi

Medyaya en zor kapısından girdi. Kerkük televizyonunda 1973 yılından başlayarak çevirmenlik ve spikerlik yaptı. Kültürümüz ile ilgili bazı önemli programlar sundu. Televizyonda çalışırken değil giyimine-kuşamına verdiği düzen ve özenle, değil sesinin çekici tonuyla, değil aydın yüzüyle, sunduğu programlarda önemli konulara değinmesi nedeniyle de, millet tarafından beğeniyle izlenmekteydi. Bu programlardan “Medeniyetler Beşiği: Irak” programı hatırda kalanlardan biridir. Samimi bir duyarlılık ile yaptığı o çalışmalar yoluyla adına, günden güne, yaygınlık kazandırıyordu. Ayni tarihlerde Arapça olarak yayımladığı “Şairiyet El-Fuzûli El-Bağdadî – Bağdatlı Fuzuli’nin Şairliği/ 1973” adlı Arapça araştırma eseriyle şöhreti bir kat daha artmaya başladı. Televizyonda verdiği emek 2000 yılına kadar kesintisiz olarak devam etti. Hatta televizyon, körfez savaşı sıralarında Musul şehrinden yayın yaptığı günlerde bile, oradaydı. Yarım saatlik Türkmence bir yayın için binlerce zorluklara katlanmaktaydı. Bu Milli görevinden ayrılmak, çekilmek istemiyordu. Çekilse, yayın duracak-durdurulacak ve millet önemli avantajlarından birini kayıp edecekti.

Medyayla ilişkisi yalnız televizyon çalışmalarıyla sınırlı değildi. Kardeşlik dergisiyle Yurt gazetesinden tutun, yeni dönemde çıkan yaklaşık bütün dergi ve gazetelerimizle yakın bir ilişki içerindeydi. Yazı ve şiirleriyle ciddi katkılarının yanı sıra, “Hilal” dergisi,  “Savot Et-temim” “El-vahde” “Kerkük” ve “Tercüman” gibi gazetelerin yazı kurullarında önemli sorumluluklar yüklendi ve bu sorumlulukları en iyi denek bir şekilde yerine getirdi.

Kendisine, “Tercüman” gazetesi bürosunda yaptığım bir ziyarette, başı adeta evraklar arasına gömülüydü. Bir taraftan gazetenin başyazısını hazırlıyor, bir taraftan gazeteye gelen yazıların düzeltmesini yapıyor, bir taraftan da bilgisayar üzerinde çalışan genç tasarımcıya, konularına göre, yazıların tasarımı hakkında bilgiler veriyordu. Gazetecilikten söz açıldı. Seve seve yaptığını söylediği o görevde yaşadığı sıkıntıları, yazı kıtlığı ile gazeteye gelen yazıların eski harflerle yazılmış olması şeklinde özetliyordu. Bu iki sıkıntı, sanırım ki, günümüze kadar, gazeteciliğimizin başlıca sıkıntıları. Rahmetlinin o tarihlerde dediği gibi: “Kimi yazar ve şairlerimiz, maalesef, 2003’ten önce takıldıkları yerden kendilerini sökmek, koparmak, geliştirmek istemiyor, önümüzde açılan yeni fırsatlardan yararlanmak istemiyorlar. Bu konuda tembelliklerine, ne kadar öğütsen, ne kadar uyarsan,  inatla devam ediyorlar. İleri doğru gereken adımları atmaktansa, yerlerinde saymayı, bocalamayı yeğliyorlar nedense. Bu tutumun olumsuz sonuçları, değil basın organlarımıza, genel olarak tüm kültür sahamıza yansımakta yayılmaktadır. Uçurumun kenarına yaklaşmış gibiyiz. Allah korusun…”.

“Aynada İnsan” kitabında bu gibilerini gafil insanlar olarak görmekte ve kendi haklarında – milletleri hakkında işledikleri hatayı düzeltmek için, “özlerine gelmeyi” “köklerine dönmeyi” tavsiye etmektedir.

Ey riya rüzgârının estiği yöne esen

Her zaman övünürsün âlem şaki, sen esen

Terk et gafletgahini bir az da özüne gel

Perrele defterini, ne olduğunu gör sen

 

“Perrele defterini”; yerli bir deyim. Fakat bu dizelerde çok uygun hem de çok yerinde kullanılmıştır.

“Perrele defterini”: yanı hem özgeçmişinden, hem de milletinin tarihinden göz geçir. Muhteşem bir tarihle karşılaşacaksın. Ne olduğunu, kim olduğunu bir kat daha anlayacaksın. Sen o tarihin derinliklerinden geldin. O derinliklere uzayan köklerin sahibi sensin. Övünmelisin, gurur duymalısın.

Köklere önem veren yazarlara oldukça hürmetim vardır. Onları gıpta ettiğim kadar, sever, çalışmalarının benzerini keşke ben de yapabilsem diye içimden özlemler geçiririm. Rahmetli değerimiz Abdülaziz Semin Beyatlı, ardından, yarısı Arapça, yarısı Türkçe olmak üzere 16 önemli eser bırakarak hayata veda etti. Bunlar arasında “köklerimiz” ile ilgili eserler, en önemli olanlarıdır:

-“Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun Destanındaki Gazeller ve Açıklamaları / 1993”

-“Nesimi: Hayatı ve Şiirlerinden Seçmeler ve Açıklamaları / 1996”,

-“Fuzuli Divanından Gazeller ve Açıklamaları/ 2008”

-“Allah ve İnsan Âşığı: Yunus Emre/ 2009”

Evet, bu eserler, sıradan eserler değillerdir. Edebiyat tarihimizin odak noktalarında bulunan şahsiyetlerden, vermiş oldukları emeklere bakarak, söz edilmekte ve bu günkü nesiller için anlaşılmayan taraflarıyla açıklanarak ortaya çıkarılmaktadır. Düşünüş tarzları ve fikir verileriyle…  Kültürel birikimleri ve dünya görüşleriyle… Üslup ve dil yetenekleriyle… Bütün bunlar, çok basit bir yöntemle, o şahsiyatların ortaya koymuş oldukları ürünlere, özellikle de şiir ürünlerine ışık tutmak, açıklık getirmek yöntemiyle yapılmaktadır. Birçoğumuz için zor anlaşır sözcüklerin anlamları verildikten sonra, şiirler, dize dize günümüz Türkçesine aktarılmaktadır. Hedef, gençleri köklerine bağlamak, kökleri hakkında bilgilendirmek, aydınlatmaktır. Köklerin, göklere yükselmek isteyenler için, kanatlar kadar önemli olduğunun mesajını vermektir hedef.

“Fuzuli Divanından Gazeller ve Açıklamaları” adlı eserinin önsözünde, bu mesajın yanlış anlaşılmaması için, şu önemli noktaya dikkatleri çekmektedir: “biz divan şiirini sevdiğimiz kadar bu tarzda şiir yazmak taraftarı değiliz. Divan şiirimiz kendi çağının sanatı olduğu gibi, edebiyatımızın temel taşı ve toplumumuzun geçirmiş olduğu günlerin bir aynasıdır. Biz de bu açıdan ona önem verip, gençlere bu tür şiirleri okumak ve kavramak kılavuzu olsun diye bu küçücük kitabı hazırladık”.

Düşünceleriyle, yazılarıyla, kitaplarıyla geride hoş bir seda bırakan değerimiz Abdülaziz Semin Beyatlı’nın bütün çalışmalarını, bunun gibi birkaç satırlık bir yazıya sığdırmak elbette ki, mümkün değildir. Hele 2016 yılında yayınlamış olduğu “Babaşahsuvar İle Hasbıhal”  adlı şiir kitabı bir başkadır. Rahmetlinin doğduğu, doğup büyüdüğü, gençlik yıllarının acı ve tatlı günlerini geçirdiği Kifri’yi, kırk yıl sonra ziyaret ederken yaşadığı şoktan – şaşkınlıktan- hayretten kaynaklanarak yürekleri sızlatan bir figandır. Her şey dramatik bir değişime uğramıştır. İnsanlar bile, bildiğimiz tiplerden değillerdir:

Yabancı gibi gördüm doğum yerim Kifri’ni

Aradım bulamadım “Şekre Şiti” “Befrin”i

Şaneşinler, divanlar, örümcek yuvaları

Bulamadım bir ağız aça bana sırrını

Eser, içerdiği tarihsel, toplumsal ve folklorik konularda yerel şiveye yakın bir ifade tarzıyla verilen zengin bilgiler açısından, Kifri’yi dünüyle, bugünüyle anlamak için enteresan bir kaynak niteliğindedir.

Rahmetli değerimizi daha iyi anlamak için diğer eserlerinin de muhakkak okunması gerektiğini düşünüyorum. Her eserinde bir güzel tarafını keşif edeceksiniz.

Bir gönül adamıydı rahmetli değerimiz. Hoş sohbetti. Efendiydi. Kırk yıllık dostluğumuz sırasında, kimseyi incittiğini duymadım. Davranışlarında ağırbaşlı, girişimlerinde kibardı. Örnek bir insandı. O eserleri ele geçiremeyenlere, Ali Galip’in “Bir Ömür Böyle Geçti” programında – 11. Bölüm/ yayın tarihi 27. 2. 2019 – kendisiyle yaptığı görüşmeyi tesviye ederim. Bütün bu özelliklerine, oradan da tanık olmak mümkün. Görüşme, kendi isteğiyle, Kerkük Genel Kütüphanesinde, yani ömrünün sadık dostları kitaplar arasında yapılmıştır. Bu yüzden, diğerlerinkinden daha anlamlı, daha manidar, daha muhteşem olmuştur.

  1. 9. 2019 tarihinde ebediyete, her kesin mağfiret duasıyla yolunu alarak çıkan değerimizin ruhu şad olsun. Geride bıraktığı hoş sedayı içimizde hep yaşatarak onu hatırlayacak, rahmetler dileyeceğiz. Ruhu şad olusun…