IRAK TÜRKLERİ NASIL TÜRKMENLEŞTİ?

   IRAK TÜRKLERİ NASIL TÜRKMENLEŞTİ?

Dr. Önder Saatçi

Lozan görüşmelerinde İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon Misak-ı Millî sınırlarını daraltarak Irak coğrafyasını TBMM idaresine bırakmamak için bir manevraya girişir ve bugünkü Kerkük, Erbil, Süleymaniye gibi şehirleri de içine alan Musul vilayetindeki Türk soyluların Andolu’daki Türklerle bir ilgisi olmadığını, onların Irak’a, Orta Asya’dan, Osmanlıların ve hatta Selçukluların Irak’a hâkim olmasından önce göç ettiklerini ve farklı bir lehçeyle konuştuklarını, dolayısıyla Musul vilayetinin TBMM hükûmetine verilmemesi gerektiğini savunur (Saatçi 2003: 135-136)… Lozan görüşmelerinde Musul meselesi çözümlenemez, sorun İngiltere ile TBMM Hükûmetinin daha sonra yapacakları görüşmelere bırakılır. Nihayetinde, İngilizlerin istediği gerçekleşir ve Musul vilayeti onların güdümünde 1921’de kurulmuş olan Irak Krallığına terk edilir. Bu, bir bakıma Irak Türklüğünün “Türkmen”leştirilmesindeki ilk adımdı. Bir başka deyişle, “Türkmen”leştirmenin ilk  adımı İngilizlerce siyasi bir “zafer”le atılmış ve böylece Irak Türklüğü yalnız siyasi bakımdan Irak Krallığına terk edilmemiş; bütünüyle onların uzaktan kumanda ettiği bir idarenin insafına terk edilerek o tarihten itibaren, bu kitlenin Türkiye’yle olan irtibatının da gün gün gevşemesi ve zayıflatılması süreci başlatılmıştı.

Krallık Döneminde Durum:

Üzerlerinde estirilen fırtınalara rağmen, bugün “Türkmen” olarak nitelendirilen kitlenin, Irak’ta krallık rejiminin kurulmasından önce de sonra da Türkiye’ye olan bağlılığı ve kendilerini Türkiye’den ayrı görmeyişlerine dair ibret verici hayat manzaraları vardır. Nitekim, daha Irak İngiliz işgalindeyken ve Milletler Cemiyeti Komisyonu bölgenin etnik durumu hakkında araştırma yapmak üzere halkın çeşitli kesimleriyle görüşürken bölgedeki ahali coşkun gösterilerde bulunmuş ve büyük bir çoğunluk, Komisyon’a, Türkiye’ye bağlanmak istediklerini belirtmişlerdi (Saatçi 2003: 169-171). Hatta, anavatandan ayrıldıktan sonra dahi Irak Türklüğü çeşitli yollarla direnişini sürdürmüş; Erbil’de Küçük Molla, camilerde ve evinde verdiği vaazlarla; Musul, Bağdat ve Kerkük’te de kurulan çeşitli cemiyetlerle Türkler Türkiye’ye yeniden bağlanmanın yollarını aramışlar (Saatçi 2003: 182-184); ancak bu yolda herhangi bir ilerleme kaydedememişlerdir. Ama yine de Irak Türkleri Krallık döneminde her vesileyle Türkiye’ye olan bağlılıklarını dile getirmiş, hatta bunu çok çarpıcı örneklerle ortaya koymuşlardır. Merhum İzzettin Kerkük’ün şu hatırası o yıllarda Türkiye ve Türklük sevdasının hangi raddede olduğunu gösterir: 1937 yılında çok önemli bir olay yaşamıştık. Bu olay, Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında Sadabad Paktı’nı Tahran’da imzalayacak olan Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın başkanlığında ve Celal Bayar’ın da dâhil olduğu Türk heyetinin Kerkük’ten geçişi münasebetiyle yapılan coşkulu karşılama töreni idi. Bütün okullar, kalabalık halk kitleleri ve devlet dairelerindeki memurlar karşılama törenine katılmışlar ve Kerkük’te âdeta yer yerinden oynamıştı. Türk heyetinin geçtiği yollar Türk bayrakları ile donatılmış ve Belediye binasının gönderine Türk bayrağı çekilmişti. Yüzlerce kurban kesilmişti. Ben görmedim ama olaya şahit olan yaşlı Kerküklülerin anlattığına göre, kurban kesen kasaplardan biri oğlunu yakalayıp Türk heyeti üyelerinin önünde kurban etmek istemişse de oradakiler tarafından güçlükle bu işten vazgeçirtilmiştir (Kerkük 2009: 13). Aynı coşkun karşılamalar 1968’de TC Başbakanı Süleyman Demirel’in ve 1976’da TC Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Kerkük’ü ziyaretleri sırasında da yaşanmıştır. Yine merhumun hatıralarında, 1956 yılında Tuzhurmatı’daki bir kahvehanede Türk İstiklal Harbi kumandanlarının resimlerinin asılı olduğunu (Kerkük 2011: 9) öğreniyoruz ki bu da Irak’ta Türklük ateşinin o devirde dahi ne derece canlı olduğunun göstergesidir.

Irak Türklüğünün Türkiye sevdasını yansıtan bir başka hadise de şudur: 1946’da Sovyetler Birliği İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde hak iddia ederek bir siyasi krize sebep olur. Yüreği anavatanla birlikte atan Irak Türkleri hemen en etkili silahına sarılır ve şu hoyratlarla Türkiye’nin haklı davasında, onun yanında yer alır:

Bu gazlar

Göğe çıkar bu gazlar

Arz çıhsa mihverinnen

Türk’ten çıhmaz Bugazlar

 

Bugazlar

Kassap koyın bugazlar

Tanrı yer dağıdanda

Türk’e düştü Bugazlar

 Türk(men) aydınları da 20. yy’ın ilk yarısında, kendilerini genellikle “Türk”, dillerini de Türkçe kabul etmişlerdir. Mesela, Ata Terzibaşı, Habib Hürmüzlü ve Muhammed Hacı İzzet; birlikte çıkardıkları haftalık Beşir gazetesinde “Türk” ve “Türkçe” terimlerini kullanırlardı (EL-Hurmuzi 2016: 22-23). Irak Türklüğünün irfan ocağı sayılan Kardeşlik dergisinin 1966 yılındaki 54. sayısında bile derginin dili kapakta “Arapça ve Türkçe” şeklinde beyan edilmiştir. Hatta, derginin 1964-1971 yılları arasındaki sayılarında bazı sayfalar Latin harfleriyle dahi basılarak Türklük şuuru ayakta tutulmaya çalışılmıştır.

Bazı Resmî Belgelerde Durum:

Irak Krallığının ilk yıllarındaki resmî belgelerde de, mesela 1931 tarihli Mahallî Diller Kanunu’nda, bu topluluk “Irak Türkleri”, dilleri de “Türkçe” şeklinde kaydedilmiştir (EL-Hurmuzi 2016: 20). 1957 yılındaki nüfus sayımında da Irak Türklerinin konuştuğu dil, sayım evraklarına “Türkçe” olarak kaydedilmiştir (EL-Hurmuzi 2005: 25). 1960 yılında, Cumhuriyet idaresinde hazırlanan “Irak Cumhuriyeti Rehberi” adlı bir kılavuzda dahi Irak’ı oluşturan nüfusun bir parçasının da “Türk”ler olduğu yazılıdır (EL-Hurmuzi 2016: 20)… Bu tür belgeler daha da çoğaltılabilir.

Cumhuriyet Döneminde Durum:

Yıllar yılları kovalamış, köprülerin altından çok sular akmıştır. Irak Krallığı 14 Temmuz 1958’de yıkılmış, Cumhuriyet idaresi kurulmuş; Irak Türklüğü bu süreçte birkaç katliam (1920 Telâfer Kaç Kaç, 1924 Levi, 1946 Gâvurbağı, 1959 Kerkük) ve pek çok zorluk yaşamış ancak her ne şekilde olursa olsun millî kimliğini kaybetmemiştir. Bunda Irak Türklüğünün sağlam aile yapısının ve en önemli millî değeri olan dilinin ve bilhassa Kerkük hoyratlarının önemli rolü vardır. Fakat, araya zaman ve sınırlar girince; siyasi, ekonomik ve sosyal şartlar değişince, Irak Türklüğü ister istemez kendisi üzerinde estirilen “Türkmen”leştirme politikalarının yıkıcı etkilerine daha fazla maruz  kalmaya başlamıştır. Habib Hürmüzlü, hatıralarında, Beşir gazetesini çıkardıkları sırada (1958-59) kendilerine sansür yoluyla, o tarihten itibaren gazetelerinde “Türkçe” yerine “Türkmence”, “Türk” yerine de “Türkmen” terimlerinin kullanılacağına dair bir talimat geldiğinden bahsediyor (El-Hurmuzi 2016: 24-25). İş, bununla da kalmamış; 14 Temmuz Katliamı’ndan sonra bir Türk heyetini kabul eden zamanın Başbakanı Abdulkerim Kasım, heyete “Türkmenler, Türkmen vatandaşları” gibi ifadelerle hitap etmiş; Bağdat Radyosununda da Türkçe yayınlar “Burası Türkmence Radyosu” anonsuyla başlatılmış; böylece “Türkmen” terimi iyiden iyiye zihinlere yerleştirilmiştir. Bu da Irak Türklüğünün “Türkmen”leştirilmesindeki ikinci darbedir ve arkasında zamanın Iraklı komünistleri vardır. “Türkmen” terimi tarihî ve folklorik bir muhteva ve çağrışım barındırdığından olsa gerek ki o zamanlar Irak Türklerince yadırganmamıştır. Zaten, böylesi sinsi bir siyasetle baş edebilecek örgütlü bir siyasi yapılanmaya da Türkler o tarihte sahip değillerdir.

Irak Türk(men)lerinden bahsederken şu hususların altının çizilmesinde fayda var: Öncelikle, insanoğlu hayatta kalmak için geçimini temin etmekle mükelleftir. Bu, toplumlar için de geçerlidir. Irak Türklüğü günlük maişetini kazanma uğraşı içine girdikçe Irak’taki sosyal yapının da içine girmek zorunda kalmıştır. Irak Türklerinin bir kısmı çocuklarını Türkiye’ye yüksek tahsile gönderirlerken büyük bir kısmı gelecek nesillerinin istikbalini Irak’ta bina etme mecburiyetinde kalmıştır. Unutulmamalıdır ki Irak Türkleri tarihin hiçbir devrinde kapalı bir hayat yaşamamışlardır. Bu yüzden, belli bir süre sonra bu kitle hem ekonomik hem de sosyal açıdan “Iraklı”laşma ve giderek  “Türkmen”leşme sürecine girmiştir. Irak Türkleri alışverişlerinde, mesai verdikleri ortamlarda yalnızca kendi ırkdaşlarıyla değil, diğer etnik topluluklarla da ilişki içine girmişler, onlarla komşuluk edip Irak Ordusunda askerlik görevlerini ifa etmişlerdir. Hatta, Irak Ordusunda pek çok Türk(men) de subay ve astsubay olarak görev almış, bunlar arasında kurmaylığa yükseleneler ve hatta, 1948’de Filistin’deki Arap-İsrail Savaşı’na katılanlar (Mustafa Ragıp Paşa,  Ömer Ali Bayraktar, Şakir Sabir Zabit, vb.) olmuştur. Şunu da unutmamak gerekir ki Irak’ın güneyine indikçe Arap ahali ile sosyal ilişkiler daha da artmıştır. Hele hele Irak Türklüğünün önemli bir kesimini oluşturan şii Türk(men)ler Kerbelâ ve Necef’i her sene ziyaret ederler, orada günlerce kalırlar, muharrem günlerinde Hz. Hüseyin’in yas törenlerine katılırlar. Bütün bunlar Irak Türklerinin “Türkmen”leşmesini de beraberinde getirmiştir.

Irak Türklerinin, çocuklarının eğitimine önem vermeleri de bir bakıma onların “Iraklı”laşmasında ve “Türkmen”leşmesinde belirgin rol oynamıştır. Çünkü 1930’kardan itibaren Irak’ta eğitim dili yalnızca Arapça olmuş ve Arapçayla eğitim alan Türk(men)ler gün gün bütün yazışmalarını Arapça yapmaya başlamışlardır. Mesela o yıllarda yaygın olan mektuplaşma 20. yy’ın ikinci yarısından itibaren Türk(men)ler arasında tamamen Arapça ile yapılmaya başlanmıştır. 70’li yıllarda Türk(men)ler, o yıllarda basın-yayın Ba’s rejiminin propaganda aleti olduğundan,  artık dış dünyayı bir taraftan Türkiye’nin Sesi Radyosundan bir taraftan da BBC’nin, Amerika’nın Sesi Radyosu veya Monte Carlo radyosunun Arapça yayınlarından takip ederlerdi. Bugün gelinen noktada ise Irak Tür(men)leri tarihlerini, hatıralarını ve bilhassa sosyal medya mesajlarını artık büyük oranında Arapça yazmaktalar. Bu dönemde Tür(men)lerin sanat ve edebiyat zevkleri de Arapçanın süzgecinden geçerek oluşmaya ve olgunlaşmaya başlamıştır.  Mesela, 1940’lı yıllarda Türkiye sinemalarında Mısır filmleri -şarkıları da dahil- Türkçe dublajla oynatılırken Irak Türk(men)leri bu filmleri orijinal diliyle (Arapça) seyretmeye başladılar. Hatta, ilerleyen yıllarda çeşitli Arap ülkelerinden Irak televizyonunda oynatılan dizi filmler de Arapça seyredildi. Öyle oldu ki Türk(men)ler birkaç Arap lehçesini (Mısır, Suriye, Lübnan, vb.) dahi çok iyi derecede öğrendiler. Irak Türk(men)leri arasında türlü edebî eserler de dünya klasikleri de Arapça ile okundu. Arap müziğinin en önemli temsilcileri (Iraklı Nazım Gazali, Mısırlı Ümmü Gülsüm, Lübnanlı Feyruz, vb.) Irak Türk(men)lerinin de göz bebeği hâline geldi. Gün oldu, Irak Türk(men)leri arasında Arapça ile mükemmel yazar ve şairler (Vahdeddin Bahaddin, Kahtan Hürmüzlü, Nusret Merdan, vb.) yetişti. Bu satırların yazarı da Irak’ta ilk ve orta eğitimini aldığı yıllarda Arapça derslerini hep Türk(men) öğretmenlerden aldı. Bütün bunlar, Irak Türklüğünü günden güne Irak toplumunun içine iterken anavatandan da uzaklaştırmıştır ve kabul etmek gerekir ki bu süreç yer yer Irak yönetimlerinin baskıları ile hızlandırıldığı kadar sosyolojik süreçler de bu “Iraklı”laştırmaya ve “Türkmen”leştirmeye yön vermiştir.

Irak Türklerinin “Türkmen”leşmesinin sebepleri yalnızca Irak’ta da aranmamalıdır. Bu kitle “Türkmen”leşmişse onu gündeminden düşüren anavatanın da bunda payı vardır. Türkiye Cumhuriyeti, burada ayrıntılarına giremeyeceğimiz türlü sebeplerle, Türk Dünyasını ve Irak Türklüğünü uzun süre ihmal etmiştir; hatta diyebiliriz ki gözden ve hatırdan çıkarmıştır. Türkiye’de cumhuriyet idaresi uzun yıllar “Türk”lüğü kendi siyasi sınırları içinde (Edirne’den Kars’a kadar) telakki etmiştir. Bu yüzden,  Irak Türklüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin sade vatandaşlarınca da, çok erken bir dönemde millî hafızadan silinmiştir. Nitekim, merhum İzzettin Kerkük hatıralarında, 1949’da Türkiye’ye yüksek tahsil için geldiğinde, belli bir yaşın altındakilerin Musul’u, Kerkük’ü tanımadıklarını yazıyor (Kerkük 2012: 6). Bir başka deyişle, yıllar geçtikçe anavatandakiler, bir zamanalar kendilerinden türlü siyasi desiselerle koparılanları “Türk” olarak anmayı unuttukça beri taraftakiler de gün geçtikçe “Iraklı”laşmış ve “Türkmen”leşmiştir.

Uzun sözün kısası, dün Türkiye’den koparılan bir coğrafyanın insanları “Irak Türkleri” iken bugün aynı kitle unutulan, kaderine terk edilen bir coğrafyanın “Türkmen”leridir.

KAYNAKLAR:

EL-HURMUZİ, Erşat (2005).“ العراق في التركماني الوجود  حقيقة” (Irak’ta Türkmen Gerçeği). İstanbul: Kerkük Vakfı yayınları.

EL-HURMUZİ, Habib (2016).“ تركماني مذكرات صحفي ” (Bir Türkmen Gazetecinin Notları). İstanbul: Kerkük Vakfı yayınları.

KERKÜK, İzzettin (2009). “Kerkük Hatıralarım-1”. Kardaşlık, S: 44, s. 12-14.

KERKÜK, İzzettin (2011). “Kerkük Hatıralarım-V”. Kardaşlık, S: 50, s. 8-9.

KERKÜK, İzzettin (2012). “Kerkük Hatıralarım-IX”. Kardaşlık, S: 54, s. 6-7.

SAATÇİ, Suphi (2003). Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri. İstanbul: Ötüken yayınları.

TÜRKMENELİ 155/ 23-28