PROF. DR. ABULHALİK BAKIR’LA RÖPORTAJ

PROF. DR. ABULHALİK BAKIR’LA RÖPORTAJ

Önder Saatçi

  1. Lütfen kendinizi tanıtır mısınız?

1956 yılında Türkmen şehri Kerkük’e bağlı Kümbetler köyünde doğdum. İlköğrenimimi Kümbetler İlkokulunda, Orta öğrenimimi Garbiyye Ortaokulunda (Kerkük), Lise tahsilimi ise Kerkük Lisesinde (Kerkük) tamamladım. 1976 yılında Yüksek tahsilimi tamamlamak için Türkiye’ye geldim. 1981’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Kürsüsünden iyi dereceyle mezun oldum. İki yıl özel bir kuruluşta tercümanlık yaptım. 1983’ten 1990 yılına kadar Ankara Üniversitesinde Arapça Okutmanı, sonra da Öğretim Görevlisi olarak çalıştım ve bu tarihten bir yıl sonra 1984’te T. C. vatandaşlığına geçtim. 1985’te İslam Medeniyeti ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalında Yüksek Lisansımı, 1990 yılında da Tarih Anabilim Dalında Doktoramı tamamladım. 1991’den 2010 yılına kadar Fırat Üniversitesinde Yrd. Doçent, Doçent ve Profesör unvanıyla öğretim üyesi olarak görev yaptım. 2010 yılında Bilecik Üniversitesine geçtim. Yeni üniversitemde göreve başladıktan yaklaşık beş ay sonra Rektör Yardımcılığı görevini üstlendim. Bu görevimi beş yıl sürdürdüm. Hâlen Şeyh Edebali Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanlığı görevimi devam ettirmekteyim. Evli iki evlat babasıyım.

  1. Tarihe ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Beşikten başladı desem abartılı olmaz sanırım. Zira beş kuşaktan din âlimi (Kerkük’ün tabiri ile mılla/molla) olarak görev yapan bir ailenin mensubuyum. Dedemin babası Molla Muhammed Emîn Kerkük’te “Molla Kavun” lakabıyla tanınır ve dedemin bu ilginç adını taşıyan Begler (Beyler) mahallesi’nde Molla Kavun Camisi meşhurdur. Dedem Molla Bekir, Sultan II Abdülhamit zamanında Antakya’da Osmanlı Ordusunda binbaşı rütbesiyle görev yapmış ve Kerkük’e döndükten sonra da burada imamlık yapmıştır. Babam Molla Sadık önceleri Bağdat’ta, sonraları Kerkük ve Kümbetler köyünde ömrünün sonuna kadar imamlık görevinde bulunmuştur. Ben doğduktan dokuz ay sonra babam vefat edince abim Molla Muhammed Emîn köyün imamı tayin edilmiştir. Sülâlemin mollalık mesleği sebebiyle o dönemde yazmış olduğum şiir ve hoyratlarda Mollaoğlu soyadını kullanıyordum. Abim çok iyi derecede Arapça, iyi derecede Osmanlıca ve bugünkü Türkçeyi bilmekteydi. Ayrıca hem köyümüzdeki evimizde hem de Kerkük’e intikal ettikten sonraki evimizde İslamî bilimlerin tüm dallarına ait çok zengin bir kütüphanemiz vardı. Bu benim için büyük bir şans olsa gerektir. İşte benim ilk mektebim, işte benim ilk muallimim! Aslında sadece tarihe merakım değil aynı zamanda Arap ve Türk kültürüne ve edebiyatına merakım da bu sıralarda başladı. Zira Kur’ân-ı Kerîm’i ve Osmanlıca ile yeni Türkçeyi de İlkokul ve Orta tahsilim esnasında öğrenmeye başladım. Abim, köyümüzün divânhânesinde (Kerkük’ün ağzıyla “dohana”) bazen ikindi bazen de yatsı namazından sonra köyün muhtarını da yanına alarak köyün kemale ermiş insanları ile beraber sohbetler düzenlerdi. Bu esnada Osmanlıca yazılmış Ahmediyye, Muhammediyye, Batıl-ı Gazi (Türkçemizde yanlış bir telaffuzla Battal Gazi olarak geçmektedir) ve bunlara benzer Hz. Peygamber’in hayatını, gazalarını ve daha sonra İslam fetih ve kahramanlıklarını ele alan kitapları saatlerce okur ve değerlendirmelerini yapardı. Ben de bu esnada molla abimin dizi dibinde en küçük yaştaki sohbetçi edasıyla pürdikkat onun anlatımlarını dinlerdim. Bu arada tabi ki çok zevkle hazırlanan Türkmen çayları ve kahveleri yine zevkle yudumlanırdı.

  1. Tarihçiliğiniz yanında şiir ve edebiyatla da meşgul olduğunuzu biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz.

Sanırım ailemin köyden Kerkük’e intikali 1972’nin başlarında gerçekleşti. Bu esnada benim Lise tahsilim de başladı ve bu sıralarda Kerkük’te Türkiye Cumhuriyeti’nce kurulan Türk Kültür Merkezi’ne devam etmeye başladım. Şiir yazma merakım Ortaokul yıllarında amatörce başlamıştı. Lise hayatım Musalla Lisesinde başladı ve burada o dönemde resim öğretmenimiz olan ünlü Türkmen şairi Mehmet İzzet Hattat’ın öğrencisi olma şerefine nail oldum. Lise ikinci sınıfta Kerkük Lisesine geçtim ve hemen her akşam buradan Kerkük Türk Kültür Merkezine gidiyordum. Burası edebî hayatımın en önemli durağını oluşturdu. Bu arada zaman zaman şiirlerimi okumak ve değerli yorum ve tavsiyelerini almak için şairimiz Mehmet İzzet Hattat’ın Kerkük’ün Atlas Caddesi’ndeki Hat ve Resim atölyesine gidiyordum. Kerkük Türk Kültür Merkezinde hem Türkçemi hem de orada öğretmenlik yapan öğretmenlerden edebî yönümü geliştirme fırsatını yakaladım. Burada ünlü şairimiz Mustafa Gökkaya’nın da jüri üyesi olarak katıldığı bir şiir yarışmasında birincilik kazandım. Ayrıca “Bir Zaman Hikâyesi” adıyla yazmış olduğum bir piyesim değerli kardeşim merhum Mehmet Kuşçu tarafından sahneye kondu ve Türkmenler arasında önemli bir yankı uyandırdı. Bu gelişmelerden sonra düzenli bir tiyatro kolunu kurduk ve arkasından sanırım iki piyes daha sahneye kondu. Bu sıralarda ben yazmış olduğum şiirlerimi göstermek için yine Atlas Caddesi’nde bulunan ünlü şairimiz Mustafa Gökkaya’nın kırtasiye dükkânına gidiyordum. Burada övünmek babından değil de edebî ve tarihsel altyapımın oluşmasında önemli olduğundan dolayı hem köydeki hem de Kerkük’teki Orta ve Lise yıllarımda Arap ve Türk edebiyatına dair yüzlerce eser ve şiir divanı okuduğumu söylemek isterim. Bir defa aşırı bir Arif Nihat Asya hayranıydım ve bu şairimizin bütün şiirlerini o sıralarda okudum. Ne yazık ki Türkiye’ye geldiğimde şairimiz vefat etmişti.

  1. Türk tarihini hangi gözle okumalıyız? Tarihçilik mesleği hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Elbette ki, idealist, bilinçli bir Müslüman Türk gözü ile okumalıyız. Bunlar da yetmez; aşırı hayalcilikten uzak objektif bir bakışla tarihsel olaylara bakmalıyız ve her olayı kendi dönemindeki şartları da göz önünde bulundurarak değerlendirmeliyiz. Ülkemizdeki ve toplum hayatımızdaki her mesleğe saygı göstermemiz gerekir. Tarihçilik, birçok bilim dalı gibi çok yönlü bir alanın adıdır; dolayısıyla da çok okumak, çok çalışmak ve çok sabırlı olmak gerektirmektedir. Bir mesleği severek seçmişseniz onu zevkle sürdürmeye çalışırsınız. Bu mesleği bir cümle ile ifade etmemi istiyorsanız şöyle anlatabilirim: Büyük sorumluluk isteyen dünyanın en zevkli mesleğidir. Okuma hevesi ve alışkanlığı olmayanlara tavsiye etmem.

  1. Türklerin İslam’ı kabulü hangi sonuçları doğurmuş, Türkleri nasıl etkilemiştir?

Bilindiği gibi Türkler her çağda kendi dönemlerindeki din ve inanç sistemlerine olumlu bakmışlardır. Sanırım bu alanda, onlardan daha şeffaf ve daha iyimser bir millet bulunmamaktadır. Türklerin binlerce yılı kapsayan tarihlerine baktığımızda şunları tespit edebiliyoruz: Hunlar Şamanizm’i, Uygurlar Budizm’i, Hazarlar Yahudiliği, Bulgarlar önce Şamanizm’i, sonra İslam’ı, Rus hegemonyası altına girince de Hıristiyanlığı, Karahanlılar İslam’ı din ve inanç olarak seçmişlerdir. Ama bütün bu din ve inançlardan hiçbiri İslam kadar onları yüceltmemiş, mükemmelleştirmemiş ve kültürleri ile birlikte bekalarını sağlayamamıştır. Türklerin iki defa dünya devleti olmaları İslam’la müşerref olduktan sonra gerçekleşmiştir. Bununla Büyük Selçuklu ve Büyük Osmanlı devletlerini kastediyorum. Ancak bu kadar şanlı ve kapsamlı millet ve devlet hâline gelmemiz, töre, örf ve ananelerimiz bakımından bize bazı şeyler kaybettirmiştir. Bugün biz Türkler kültür yönünden Çinliler, Japonlar ve İngilizler kadar net ve sade bir yapıya sahip değiliz. Bu sonuç yüzyıllarca çeşitli kıta ve bölgelerde çok farklı kültürlere sahip sosyal kitleleri yönetmemiz ve onlarla kaynaşmamız sebebiyle ortaya çıkmıştır. Ama bunun karşılığında, birçok sosyal kitleyi de olumlu yönde etkilemiş ve daha medeni bir duruma gelmelerini sağlamış bir millet olarak hayatiyetimizi sürdürmekteyiz.

  1. Irak’taki Türk varlığının geçmişi hangi devirlere uzanır?

Çok güzel ve manalı bir soru sordunuz. Bir defa tarih sahnesinde hiçbir milletin geçmişi Türk milletinin geçmişi kadar eski ve şanlı değildir. Bunu ilk defa ben söylemiyorum; Tarihsel olayları objektif bir gözle inceleyen ve değerlendiren batılı tarihçiler de bunu söylemektedir. Şu ana kadar dünyanın en eski medeniyetine sahip olan Sümerler hakkında doğuda ve batıda yapılan araştırmalardan bu kavmin Türk veya Türklerle yakın akraba oldukları anlaşılmaktadır. Ayrıca aşağı yukarı beş bin yıldan beri Doğu şemsiyesi olarak adlandırdığımız Kafkasya, Orta Asya, Hind-i Kuş Dağları ve İran toprakları üzerinden bugün üç ülke (Türkiye, Irak, Suriye) toprakları içinde kalan Kuzey ve Güney Mezopotamya bölgelerine onlarca Türk kavminin (Sümerler, Gutiler/Kutiler, Türukkular, Kaslar, Subarlar Kumuklar, Kaşgaylar, Gugerler, Salurlar, İskitler, Partlar, Sakalar, Akhunlar ve diğerleri) gelip yerleştiğini biliyoruz. Bu bir sel misali akan Türk göçü ve yerleşmesi İslamın yayılmasından sonra da devam etti. Bu defa Türkler Irak’ın güneyinden başlayarak Emevî ve Abbasî devletleri bünyesinde hizmet vermeye başladılar. Arkasından da İslam dünyasının doğusunda ve merkezinde Samanî, Karahanlı, Gazneli, Harizmşah, Büveyhî, Selçuklu, Zengi, İlhanlı ve Osmanlı gibi köklü Türk-İslam devletleri kuruldu. İşte Irak’taki Türk varlığı bu köklü ve sağlam temellere dayanmaktadır. Irak Türkleri bu şanlı ve onurlu geçmişleri, medeniyetleri ve kültürleri ile ne kadar övünseler yeridir.

  1. Irak’ta ne gibi Türk eserleri vardır, bunlardan yeterince haberdar mıyız?

Bu soruyu günümüz Irak’ı için soruyorsanız. Biraz zorlanacağım galiba, zira 1976’dan beri çeşitli sebeplerden dolayı Irak’a gidemedim. Ancak tarihsel süreç ve dönemler içerisinde Türkler bu ülkede büyük, orta ve küçük ölçekli eserler meydana getirdiler. Bunların birçoğu bir Türk şehri olarak gördüğümüz Başkent Bağdat’ta bulunmaktadır. Bu eserlerden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: Haseki Camii, Ahmediye Camii, Hasan Paşa Camii, Müstansıriyye Medresesi, Mercâniyye Medresesi. Ayrıca günümüze kadar gelen çeşitli dönemlerde onarım görmüş Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye şehirlerinde ve bu şehirlerin bazı ilçelerinde Türk kültürü damgasını taşıyan kaleler, eski köşk ve konutlar, camiler, cami minareleri, hamamlar, kapalı çarşılar, medreseler, kütüphaneler mevcuttur. Bu eserler arasında günümüze kadar gelen Kerkük, Erbil ve Telafer kalelerini örnek verebiliriz. Kerkük’ün Osmanlı dönemi eserleri için T. C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınlamış olduğu Osmanlı Döneminde Irak, değerli dostum Prof. Dr. Suphi Saatçi Bey’in Kent Dokusu ve Geleneksel Evleriyle Kerkük ve değerli hemşerim Dr. Cüneyt Mengü’nün Osmanlı Arşivi Belgelerinde Kültür Merkezi Kerkük adlı eserlere bakmak faydalı olur kanaatindeyim. Bağdat, Samarra, Musul ve Erbil şehirlerinin Osmanlı öncesi dönemlerdeki Türk eserleri için de bu âcizin, “Türk ve Arap Kültürü Işığında Bağdat ve Samarra Şehirlerinin Abbasî Dönemi Mimari Özellikleri”, “Türkmen Şehri Musul’un Geç Ortaçağdaki Fiziki Yapısı Üzerine Bir Değerlendirme” ve “Türkmen Şehri Erbil’in Atabekler Dönemindeki Fizikî Özellikleri Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklarını taşıyan makalelerine bakılabilir. Bilindiği gibi son dönemlerde Irak coğrafyası ve özellikle de bu coğrafyanın asil ve nezih bir unsuru olan Türkmenlere ait eserler çok acı savaşlara, ihmallere ve Türk düşmanlık güden aşırı ideolojik saldırılara maruz kalmıştır. Bunun en son halkasını da Musul’da meydana gelen iç kargaşa ve çarpışmalar sonucunda tahrip edilen Yunus Peygamber makamı ile Nureddin Zengi Camisi oluşturmaktadır.

  1. 14 Temmuz’u ve Türkmenlerin uğradıkları diğer katliamları bir tarihçi gözüyle nasıl anlatırsınız?

14 Temmuz 1959 Kerkük Katliamı (Allah, böyle bir musibeti bir daha yaşatmasın) Irak’ta Türkmenlere karşı yapılmış katliamların en barbarcasıdır. Bilindiği gibi Osmanlı idaresinden sonra Irak’ta ve Özellikle de Kerkük’te Türkmenler biri 1924, diğeri de 1946 yılında olmak üzere iki katliama daha maruz kalmışlardır. 1990 yılında Altunköprü’de yaşayan Türkmenler de vahşi bir katliama maruz kaldılar ve onlarca tahsilli Türkmen genci şehit düştü. Bütün bu acımasız saldırılar, Türkmenlerin şan şeref dolu bir tarihe, eşi emsali görülmeyen bir medeniyete ve her döneme damgasını vurmuş sayısız kahramanlara sahip olmasına karşı bir kıskançlığın bir hazımsızlığın işareti olsa gerektir. Ancak Türkmenler, Allah’a şükürler olsun her kötü badireden sonra köklü kültürlerine, millî ananelerine ve yaşama şevklerine daha da bağlanmışlardır. Bütün şehitlerimizin ruhu şad olsun, mekânları cennet olsun. Bugün önce Allah’ın sonra da şehirlerimizin sayesinde Türkmenler ayakta durmaktadır.

  1. Irak’ın geçmişinde etnik unsurlar arasındaki ilişkiler nasıldı, bugünkü problemlerle dünkü durumu karşılaştırır mısınız?

Bu sorunun cevabına bir sınır koymak gerekirse, Türklerin İslam’la şereflendirildiği günle başlatmak gerekir. Bir defa Arap-Türk ilişkilerinin yoğunlaşması, Abbasî devletinin ikinci halifesi Ebu Cafer el-Mansur’un Bağdat’taki saray muhafızlarını Türklerden teşkil etmesiyle başlar. Bu halife bu önemli adımdan sonra bir de serpuş devrimi diye bir kılı kıyafet devrimini başlattı. Bu dönemde bütün devlet memurları bir genelge çerçevesinde sarıkları bırakıp başlık olarak Türk serpuşlarını takmaya başladılar. Bunu Türk kültürü adına önemli bir gelişme olarak kaydetmek gerekir. Abbasiler döneminde bu ve buna benzer hizmet ve uygulamalar hem halifeler hem de yüksek rütbeli Türk devlet adamları ve Türk kökenli saray hatunları tarafından hayatın her alanında devam etti. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllara gelindiğinde Bağdat artık bir Türk şehri hâline gelmişti. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine gelindiğinde artık Bağdat ve Irak’ın birçok şehri Türk kültürünün merkezleri durumundaydı. Bu dönemlerde Irak’ta yaşayan etnik unsurlar (Araplar, Türkler, Kürtler, Gayr-i Müslimler) İslamın öğretileri ve kendi millî kültürleri ışığında kardeşçe hayatlarını sürdürüyorlardı. Ancak Birinci Cihan Harbi’nden sonra İngilizlerin Irak’ı işgali sonucunda Irak toplumunda bazı ayrışmalar ve siyasî sürtüşmeler görülmeye başladı. Bu biraz da, İngilizlerin belli bir etnik unsuru kayırıp diğerine de rakip veya düşman gözüyle bakmalarının sonucuydu. Ne yazık ki Türkmenlerin payına ikincisi düştü. Zira İngilizler, Irak Türkmenlerini doğal olarak Selçukluların ve Osmanlıların devamı olarak görüyorlardı. Demin bahsettiğimiz, Türkmenlere karşı yapılan katliamların da böyle bir siyasetin sonuçları olma ihtimali yüksektir. Son olarak şunu söylemek gerekir. Beş bin yıllık bir tarihin ve çok köklü bir medeniyet ve kültürün mirasçısı olan Irak Türkmenleri, İslam’ın öğretileri ve insana değer veren millî ananeleri ışığında Irak’taki her etnik unsura hoşgörülü davranmışlardır. Üstelik, onlar bugüne kadar Irak’ın bütünlüğünü savunmuşlar ve hâlâ savunmaktadırlar. Bu onurlu davranış ve tutumları karşılığında onların (Türkmenlerin) aynı olumlu davranışı ve muameleyi, eşitlik ve sosyal adalet ilkelerine bağlı kalarak Irak’taki diğer sosyal kitleler ve onların siyasî mercilerinden de bekleme hakları vardır.

  1. Irak Türklerinin tanıtımında bir tarihçi olarak sizce neler öne çıkmalıdır?

Aslında, Irak Türkmenleri sosyal ve kültürel yönden Anadolu’daki kuruluşlarımız tarafından sınırlı da olsa tanıtılmaktadır; ancak bu hizmet yeterli değildir. Örneğin, kısıtlı maddi desteklere rağmen İstanbul’daki İzzeddin Kerkük Vakfı, İstanbul, Ankara, Konya, İzmir, Antalya, Bursa ve diğer şehirlerde şubeleri bulunan Irak Türkmenleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği ve diğer siyasî, ekonomik ve sosyal kuruluşlarımız tarafından yararlı faaliyetler yürütülmektedir. Bu çalışmalara emek veren, vesile olan bütün hemşerilerimize teşekkür etmek gerekir. Bunun yanında ferdî olarak birçok aydınımız ve bilim adamımız da görev yaptıkları kurum, kuruluş ve çevrelerde bu hizmeti yani bilgilendirme faaliyetini gönüllü olarak yürütmektedir. Ancak Irak Türkmenlerini bütün yönleriyle dünyaya tanıtmak için oldukça büyük çabalara ve maddî kaynaklara ihtiyaç vardır. Bu da elbette ki Türkmenlerin canıgönülden bağlı oldukları ve canlarından fazla sevdikleri Türkiye Cumhuriyeti ve diğer bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin ilgi, çaba ve katkılarıyla mümkündür. Son zamanlarda bu yönde de büyük bir gelişme olduğu görülmektedir. Önemine binaen bu sorunuzun devamını ve detayını maddeler hâlinde cevaplamak istiyorum.

  1. a) Çok geç dönemlere kadar ihmal edilen Irak Türkmenlerinin siyasî birikim ve haklı mücadelesinin uluslararası mahfillerde tanıtılması: Bunu özellikle bugün Irak’ta Türkmenleri temsil eden siyasî partiler ve sivil kuruluşlar zaman kaybetmen uygulamaya koymalıdırlar.

 

  1. b) Irak, Türkiye ve diğer ülkelerde yoğun olarak üniversitelerde hizmet veren Türkmen bilim adamı ve aydınlarının belli bir bilim ve kültür kurumu çatısı altında bir araya gelerek Türkmenlerin bugünü ve geleceği için fikir üretmeleri: Bu durum nispeten Irak’ta gerçekleşmiştir; ancak Türkiye’de eskiden bu yönde bazı çalışmalar oldu ama devamı gelmedi.
  1. c) Türkmenlerin en büyük eksikliklerinden biri, meslek seçerken sosyal bilimlere ve medya alanlarına yönelmemeleridir. Örneğin, çok az sayıda tarihçimiz, sosyoloğumuz, siyaset bilimcimiz, iktisatçımız, antropoloğumuz, coğrafyacımız, felsefecimiz, ve gazetecimiz bulunmaktadır. Bunları tabip ve mühendislerimizle karşılaştırdığımızda sadığımız sosyal dallar çok cılız kalmaktadır. Dolayısıyla da sosyal dal uzmanı bir Türkmen, Türkmenlerin tanıtımında on tane diğer meslekteki Türkmen’in yük ve sorumluluğunu taşımaktadır. Türkmenler kısa zaman zarfında bu işaret ettiğimiz dallara yönelmeli veya yönlendirilmelidir.
  1. d) Türkiye Cumhuriyeti’nin bir an önce Kıbrıs ve Filistin meselesi gibi Irak Türkmen meselesini de uluslararası mahfillere taşımasını sağlamak için çaba sarf etmek: Aslında bu mesele yani Musul-Kerkük meselesi veya bugünkü adıyla Irak Türkmenleri meselesi belirtilen diğer iki meseleden daha da hassas ve eski bir geçmişe sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın ikinci yarısında Musul-Kerkük meselesini ihmal etmeseydi ve Irak Türkmenleri bugünkü Irak’ta diğer unsurlar gibi siyasî ve askerî bir güç olarak bulunmuş olsaydı, belki de bugünkü hazin tablo ortaya çıkmayacaktı veya en azından tahribatı bu boyutta olamayacaktı. Ayrıca anılan politika uygulanmış olsaydı, Türkiye, Irak Coğrafyasında İran kadar aktif bir ülke durumuna gelecek ve Türkmenler dışındaki herhangi bir yerel güçle iş birliği mecburiyetinde kalmayacaktı.
  1. Üniversitenizde Irak Türkleriyle ilgili ne gibi akademik çalışmalar ve faaliyetler yapılmaktadır?

Bu sorunuz beni çok memnun etti. Zira bu cevapla hem mensubu bulunduğum Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesinin tanıtımını hem de yedi yıldan beri bu âcizin Irak ve Orta Doğu Türkmenlerine yönelik yapmış olduğu faaliyetleri anlatma fırsatını yakalamış olacağız. Şunu baştan söylemem gerekir ki 34 yıllık meslek hayatımda çalışmış olduğum hiçbir üniversitede Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesindeki kadar rektörlerimizden ve diğer ilgililerimizden Türkmenlere yönelik ilgi, destek ve imkân görmedim. Son yedi yılda, aşağı yukarı iki yıldan beri faaliyet gösteren, benim de Yönetim Kurulu Üyesi olduğum, Müdürlüğünü fedakâr ve vefakâr öğrencim Yrd. Doç. Dr. Ahmet Altungök’ün yaptığı Oğuz Türkmen Araştırma ve Uygulama Merkezimiz bulunmaktadır. Merkez kurulmadan önce de Üniversitemizin katkı ve çabalarıyla “Irak Coğrafyasında Türk Varlığı ve Kültürü”, Orta Doğu’da Türkmenler (Irak, İran, Suriye)” adı altında iki Uluslararası Sempozyum düzenledik. Bunlardan birincisi kitap hâlinde, ikincisi de elektronik ortamda yayımlandı, ayrıca Değerli dostum Prof. Dr. Suphi Saatçi Beyefendi’nin çabalarıyla Atatürk Araştırma Merkezimiz tarafından kitap olarak da yayımlanmak üzeredir. Yine malumunuz olmak üzere bu âcizin önerisi ve Bilecik Üniversitesi ile Bilecik Belediyemizin katkılarıyla Bilecik’te Türkmenli Anıtı, Caddesi ve Parkı açılmıştır. Bunların dışında Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde danışmanlığını üstlendiğim Irak Türkmenlerinin tarihi, medeniyeti ve kültürünü kapsayan ve “Büveyhîler Döneminde Bağdat’ta Sosyal Hayat”, “Yirminci Yüzyılda Kerkük ve Türkmenler”, “II. Dünya Savaşı’ndan Günümüze Kadar Suriye, Lübnan ve Filistin Türkmenleri” adını taşıyan üç doktora tezimiz devam etmektedir. Bunlardan iki tanesi bitmek üzere, diğeri de tezin yazılma safhasındadır. Burada bu âcizin her gün derslerinde, üniversite ve Bilecik şehrinin sosyal ve kültürel ortamlarında mutlaka Dünya Türklüğü ve Irak Türkmenleri hakkında anlattıklarını ve okumuş olduğu şiir ve hoyratlarını da eklemek gerekir.

  1. Irak’ın kuzeyindeki özerk Kürt yönetimi bölgedeki Türk eserlerine nasıl yaklaşmaktadır?

Bu konuda çok fazla bilgim yok. Zira daha önce de belirttiğim gibi 1976’dan beri Irak’a gitmedim. Kerkük, Erbil ve ilçelerini ziyaret edip gördükten sonra belki bir şeyler söylemek mümkündür. Ancak Uzun zamandan beri Irak’ta bir iç savaş hâli mevcuttur ve birçok eserimiz olumsuz yönde bundan nasibini almaktadır. Bunun için Musul’un son dönemdeki durumunu örnek verebiliriz. Elbette ki iç savaşlarda insanlık tarihinin her dönemine ait eserlerin yok edilmesi telafisi mümkün olmayan üzüntü verici bir durum.

  1. Saddam döneminde Irak’taki tarihçilik anlayışı nasıldı? O dönemde Türklere tarih kitaplarında ve tarih derslerinde nasıl yer veriliyordu?

Hepimizin malumudur ki diktatörlüklerde hayatın her alanına ve insanoğlunun büyük bir özveri ve fedakârlıkla geliştirdiği her bilim dalına ideolojik ve çıkarcı bir gözle bakılır. Dolayısıyla da o dönemde tarih eğitim ve öğretimi tamamen rejim güçlerine hizmet eden bir anlayışla yürütülüyordu. Bu durumu o dönemde Irak’ta neşredilen kitap, dergi, gazete ve diğer yayınlardan da anlamak mümkündür. Ortaokul ve Lise tarih kitaplarında Türklere yok denecek kadar az yer veriliyordu. Bilindiği gibi Türkler aşağı yukarı bin yıla yakın bir süre Irak’ta ve Orta Doğu’nun diğer ülkelerinde egemenlik kurmuşlardır. Bu uzun süre zarfında şan ve şerefle bu ülkeleri gözleri gibi korumuşlardır. Ancak bu onurlu hizmete rağmen Irak’taki tarih tedrisatında bırakın az yer verilmesi, Türkler karalayıcı bir üslupla anlatılmaktaydı. Örneğin üç yıllık Lise yıllarımızda okumuş olduğumuz tarih kitaplarımızda Büyük Osmanlı Devleti tarihi bir iki sayfalık bilgiyle geçiştirilmekteydi ve bu bilgilerde bu nezih ve onurlu dünya devleti bir sömürgeci devlet olarak tanıtılıyordu. Hatta hiç unutmam bize tarih dersini, Allah, ona rahmet eylesin Ali Abbas adında Türkmen kökenli vatanperver ve şuurlu bir öğretmenimiz anlatıyordu. Ders esnasında kitaptaki bilgileri naklederken “siz bu yazılanlara itibar etmeyin; ben size daha doğru olan bilgileri anlatayım” diye öğüt verir ve o bilgileri anlatmaya başlardı. Sanırım bu anım size o dönemdeki tarih tedrisatı hakkında bir fikir verebilmiştir.

  1. Kerkük Kalesinin yıkılmış olması bizden neleri götürdü?

Kerkük Kalesi, Irak’taki ve özellikle de Kerkük’teki en eski tarihimizin en önemli görsel simgesidir. Zaten bu önemine binaen de eski rejim tarafından hedef alınmıştır. Geçmişimizi simgeleyen her eserimizin yok edilmesi millî kültürümüz açısından büyük bir kayıp olarak addedilmelidir. Sümerlerden beri Eski Kerkük’ü temsil eden Kerkük Kalesi binlerce yıl bütün işgallere dayanmış ve günümüze kadar dimdik ayakta kalmıştır. Ne yazık ki modern dünyamızın medeniyet düşmanları tarafından yıkıma maruz kalmıştır. Malumunuz bu hazin olay bir Kerkük türküsünde şu manalı sözlerle dile getirilmiştir:

Yıktılar kalamızı, sürdüler balamızı

Daha can buğazdayken verdiler salamızı

  1. Sizce T.C. Başbakanlığına bağlı TİKA Irak’taki Türk eserleriyle yeterince ilgileniyor mu?

Bu konuda çok fazla bilgim yok ama birkaç cümle söylemem mümkündür sanırım. Eskiden, yani bu kuruluşun ilk dönemlerinde maddi imkânlar kısıtlıydı. Ancak günümüzde epeyce kaynak artırıldığı kanaatindeyim. Ayrıca son zamanlarda TİKA’nın İslam ve Türk Dünyasına yönelik hizmet ve sorumlulukları bir hayli artmış durumdadır. Bir de Türkiye dışındaki dış Türkler ve onların kültürel meseleleriyle ilgilenmek biraz da onların yaşadıkları ülkelerin yönetimlerinin anlayış ve karşılıklı dostluk ilişkileri ile orantılıdır. Irak ve Suriye Türkmenlerinin yaşadıkları coğrafyaların anılan yönden ve karmaşık siyasî yapıdan dolayı hem külfetli hem de sabır isteyen bir faaliyet gerektirmektedir. Ama bütün bu engel ve sıkıntılara rağmen Türkiye’nin diğer kurumları gibi (Kızılay, Diyanet İşleri, AFAD) TİKA’nın da büyük çaba harcadığına inanıyorum. Zaten bu gibi faaliyetler bu kuruluşlarımızın millî görevleri arasındadır.

  1. Sizin Kerkük’le ilgili çok hoyratınız var. Bunlardan birkaçını, özellikle Türkmenlerin geçmişine ışık tutanlardan birkaçını bize de okur musunuz?

Memnuniyetle okurum aziz hemşerim. Yalnız benim hoyratlarım yanında bir de lise çağlarımdan yazmış olduğum şiirlerim vardır. Lise son sınıfta Bağdat’ta yazdığım bir şiirim şöyledir:

Bir akşam dolaşırken Bağdat’ı adım adım

O şanlı Genç Osman’ın mezarına uğradım

Başucunda oturup için için ağladım

Dedim kalk uyan paşam çırpınıyor bu vatan

Dedim, haberin var mı ey Türk’ün gür narası?

Bayraksızdır Türklerin Kerkük, Kırım, Kafkas’ı

Dedi bir ibret size tarihin her safhası

Tarihi unuttunuz budur sizi ağlatan

Başka bir dörtlükte de millî kıskançlığımı şöyle dile getirmişim.

Bu da hayat mı yâ Rab geçmezse nur içinde

Acılarla baş başa dört yüksek sur içinde

Bir yığın insan ağlar hürriyet kıtlığından

Bir yığın insan ise yaşar huzur içinde

Son olarak Türkmen ve Kerkük kokan birkaç hoyratımı da özellikle güzelim Türkmeneli’mizdeki aziz okuyuculara armağan ederim.

Kerkük sen ne Kerkük’sün

Hem köklü hem büyüksün

Düşmanına bol nimet

Dostuna ağır yüksün

Yar attı

Bahçeden gül yar attı

Çok şükürler Allah’a

Meni Türkmen yarattı

Bilecikler

Kuş zağçın bile cikler

Şanlı Türkmen yurdudur

Kerkük’ler Bilecik’ler

Her Türk’te

Bir iman var her Türk’te

Ay yıldızlı bayrağı

Biz de astık Kerkük’te

Kümbetlere

Kuş konar kümbetlere

Binlerce selam olsun

Kerkük’e Kümbetler’e