Şair Ali Akbaş ve Kerkük

Şair Ali Akbaş ve Kerkük

Mehmet Ömer Kazancı

Ali Akbaş Türk dünyasının kanayan her yarasını şiir ile sarmaya çalışan Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden biridir. Kerkük için yazmış olduğu bir şiirinde şöyle der:

Ne zaman ki Kerkük gelir aklıma

Boğazlanan bir Türk gelir aklıma

Fuzuli bağını talan edenin

Yüzü için tükürük gelir aklıma

***

Kerkük bir öbek kar, çöl ortasında

Ah anamız ağlar el ortasında

Sağır mısın sağır mısın Ankara

Öldük güpegündüz yol ortasında

***

Akbaş bu şiiri 2001 yılında Antoloji com sitesinde yayımlarken, her taraftan anlamlı yorumlar almıştır. Hatta yorum yazanların birisini bu şiir, öyle çarpmış, öyle etkilemiş, öyle büyülemiştir ki, uzun bir “ahh” çekmekten başka bir şey yapamamış, yazamamıştır. Bir diğeri şöyle demiştir: “diyecek ve yazacak bir şey bulamıyorum. Konuyu çok güzel özetlemişsiniz hocam”.

İrfan Murat Yıldırım ise bu şiir için şunları der: “Ne zaman Kerkük adını duysam, bu mısraları hatırlarım. Bir yumruk gelir boğazımı tıkar. Yutkunmak isterim, yutkunamam. Ağlamak isterim ağlayamam…”[1]

Türk edebiyatının tanınmış şairlerinin birçoğu Kerkük üzerine şiirler yazmışlardır. Bunlardan; Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Arif Nihat Asya, Ziya Gökalp, Ahmet Hamdi Tanpınar, Süleyman Nazif, Halide Nusret Zorlutuna, Yavuz Bülent Bakiler, Behçet Kemal Çağlar ilk akla gelenler arasında yer alır[2]. Fakat Ali Akbaş’ın bu şiiri, değişiktir. Değişikliği öfke dolu olmasından, vicdanları titreten yüksek bir haykırış, yürekleri sarsan sert bir çığlık içermesindendir. “Sağır mısın? Sağır mısın?”.

Şiir seven, şiirin görevine inanan arkadaşlarımın birçoğu, bu şiiri ezberlemişlerdir. Yeri geldiği zaman okur, Ali Akbaş hocayı minnetle, takdirle, sevgiyle anar dururlar. Türkmenlerin çilesine ancak bu kadar tercüman olunur.

2011 yılında yayımladığı “Erenler Divanında” adlı kitabına aldığı bu şiire, çok anlamlı bir dörtlük daha eklemiştir. Kıbrıs’a Kerkük’ün diliyle seslenerek söyle demiştir Akbaş hocamız:

Deryada yüzen Kıbrıs

Bağrı kan sızan Kıbrıs

Hangimizin derdi çok

Ben Kerkük’üm sen Kıbrıs.

Ali Akbaş ile tanışmamız, Avrasya Yazarlar Birliği’nin 2007 yılında İstanbul’da düzenlediği birinci Türk Dünyası Edebiyat dergileri kongresine dayanır. O tarihten kısa bir müddet önce, dostları Yakup Ömeroğlu, Osman Çeviksoy ve Hüseyin Özbay’ın samimi gayretleriyle Avrasya Yazarlar Birliğini kurarak yola çıkmışlardı. Amaçlarının başında, Türk dünyasını tarihsel ve kültürel değerler etrafında toplamak gibi büyük bir dava vardı. Bunu gerçekleştirmek için Kardeş Kalemler adında bir dergi çıkarmayı ön görmüşlerdir ilkin. Akbaş derginin yazı işleri müdürlüğünü üstlenmişti. Günümüze kadar, bu görevi seve seve yürütmektedir. Derginin ilk sayısının önsözünde, okuyuculara bu amacı şu cümlelerle ifade ediyordu: “her dergi yeni bir misyon üstlenmek ve mevcut yayın yelpazesi içinde kendisine bir yer aramak için çıkar. İşte Kardeş Kalemler de böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Türkiye’de yayınlanan diğer dergiler, genel olarak yurtiçine hitap ederken, Kardeş Kalemler bütün Türk dünyasına, yeryüzünde Türkçenin konuşulduğu çok geniş bir coğrafyaya seslenecek”.

Dergi ancak, bu seslenme ile yetinmedi. Kısa bir zamanda Türk dünyasından yükselen bütün yankıların, yankılanmaların toplanıldığı havzası haline geldi. Etrafına sarılanların sayısı günden güne arttı. Her kes kendini veya kendi ülkesinin edebiyat ve edebiyatçılarını tanıtmaya çalıştı. Ve zamanla, Türk dünyasının kültür ve edebiyatı hakkında geniş bilgiye sahip olmayanların önünde bu büyük hazinenin kapılarını sonuna kadar açmakta sağlamış olduğu başarıyla zirveleri yakaladı.

Ben şahsen bu gün, Türk dünyası edebiyatı, kültürü ve şahsiyetleri hakkında bazı güvenilir bilgilere sahipsem, bunun büyük bir payını Kardeş Kalemler dergisine burçluyum. Her sayısını düzenli olarak, gönderilen adresimden alırken, ilk sayfasından sonuna kadar okumadan edemem. Dergide Türk dünyasının her ülkesinden, her topluluğundan, elden geldiği kadar eşit olarak, şiir ve yazı örnekleri yayınlanmaya çalışılmaktadır. Bizim edebiyattan günümüze kadar, Ata Terzibaşı, Suphi Saatçi, Nusret Merdan, İlâf Köprülü, Necmettin Bayraktar, Şemsettin Küzeci, Kemal Beyatlı, Sabah Tuzlu, Mehmet Ömer Kazancı’dan şiir ve düzyazı örnekleri yayınlamıştır. Ama bunlardan en önemlisi, rahmetli hocamız üstat Ata Terzibaşı için, 2013’te Türk edebiyatı hizmet ödülüne layık görülmesi münasebetiyle çıkarmış olduğu özel sayıdır (Haziran 2013) . Ali Akbaş, hocamızı “Türk dünyası edebiyatının Ata Yazarı” olarak nitelendirdiği o sayının önsözünde şunları söylemektedir: “İsmi ve çalışmaları Kerkük’le bütünleşmiş, Irak Türkmen edebiyatı ve folklorunun bayrağını yaptığı çalışmalarla yükseklere kaldırmış, kendi adını bu renkli, zengin folklor ve edebiyatın ser levhasına yazdırmış bir abide şahsiyettir Ata Terzibaşı.

Ata, dede, baba… Kültürümüzde saygın makamlardır. Ata Terzibaşı, isminin ve imzasının yanı sıra, Irak Türkmen edebiyatına kazandırdığı eserlerle Türk Dünyası için “ata” unvanını almıştır.

Kazakistan’ın başkenti Astana’da toplanan V. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi, kendisine “Türk Dünyası Edebiyatına Hizmet Özel Ödülünü” verirken, bir anlamda onu Türk Dünyası edebiyatının “Ata Yazarı” olarak da ilan etmiş oluyordu.

Türk Dünyasının Ata Yazarı Ata Terzibaşı, bu ödülü alan ilk yazardır. Ata Terzibaşı ile başlayan “Türk Dünyası Edebiyatına Hizmet Özel Ödülü” Kongre uygun görürse, belki gelecek yıllarda da, “Ata Yazarlık” unvanını devam edecektir. Böylelikle başlayacak geleneğin yol başçısı da Ata Terzibaşı olacaktır.

Ata Terzibaşı’nı, hem edebiyatımıza yaptıkları büyük hizmetler hem de hukukçu kimliklerinden dolayı hep Türk Edebiyatı Vakfı’nın kurucusu ve kendi hayatını edebiyatımıza vakfeden Şeyh-ül Muharririn merhum Ahmet Kabaklı’ya benzetmişimdir. Harput ve Kerkük’ün kültür ikizliği gibi bu iki abide ismimiz de edebiyatımıza hizmette adeta ikiz kardeşler gibi gelirler bana. Hizmetleriyle Ahmet Kabaklı, İstanbul’un “Ata’sı”, Ata Terzibaşı Kerkük’ün Kabaklı’sıdır.

“Ata Yazarımız” Ata Terzibaşı, bu yıl 89 yaşında. O yalnızca edebiyat araştırmacısı olarak değil, aynı zamanda bir dergi yayıncısı olarak da kültür hayatındaki mücadelede yer aldı. Bugün şeref kurulu üyesi olduğu Türk Dil Kurumu sözlüğünde bulunmasa da Terzibaşı’nın 55 yıl önce yayınladığı derginin adı “Beşir” di. Beşir, müjde getiren, müjdeci anlamına gelmekte. Yüce peygamberimize, Kuran-î kerim tarafından verilen sıfatlardan birisidir. Ata Terzibaşı, 1958 yılında çıkardığı dergi ile ve ömrü boyunca yaptığı çalışmalarla Irak Türklerinin kültür ve edebiyatı için kendisi de “beşir” olmuştur.

Bugün Türk Dünyasının seçkin edebiyat dergilerinin editörleri, Ata Yazarımızı, Türk Dünyası edebiyatının “Beşiri” olarak selamlıyorlar. Ona, Yüce Mevla’dan daha nice yıllar kültür ve edebiyatımıza hizmetle dolu uzun ömür diliyoruz.”

Ali Akbaş ile dostları Osman Çeviksoy, İmdat Avşar ve birkaç Türk edebiyatçı ve yazarlarla birlikte, 2011’de Basra’da düzenlenen Merbit festivaline davetli olarak gelmişlerdi. Basra’dan sonra ikinci durakları Bağdat’tı. Milya- Mansur otelinde inmişlerdi. Bir gün bekleyecek, ikinci gün uçakla İstanbul’a döneceklerdi. Güvenlik durumunun gerginliğinden ötürü, otelin dışına çıkmalarına izin verilmediği için, o günün akşamı, Kültür Bakanlığı Diş İlişkiler Müdürlüğü aynı otelin salonunda kendileri için bir şiir şöleni düzenlemişti. Haberi bana İmdat Avşar bir telefonla bildirdi. Vakit kaybetmeden gittim. Akbaş okumak istediği bir şiirinin Arapçaya tercümesini teklif etti. Zira bizimkiler harç, salonda olanların hepsi Arap şair ve yazarlarıydı. Yani Türkçeyi anlamayan kişilerdi. Anlasınlar diye istiyordu. Tercümeyi bir çırpıda yapmıştım. Şiiri mikrofon ardından beraber, yan yana okumuştuk. O Türkçesini, ben Arapçasını. Aldığımız uzun alkışlardan tercümenin güzel olduğunun farkına varan Akbaş, çok sevinmiş, çok memnun olmuştu. Şiir “Filler ve Karıncalar” adındaydı. Filler ile savaş tüccarlarını, karıncalar ile çocukları sembolize ediyordu:

Siz hiç

Kırda bir göze kadar berrak

Ve bir çocuğun gözleri kadar saf ve temiz

Bakabilir misiniz?

Daha kıyamet kopmuyorsa eğer

Gökler başımıza çökmüyorsa

Onlar sayesindedir.

***

Onlar

Bize Rabbin emanetleri

Onlar Bosna’da , Grozni’de

Uganda’da, Somali’de, Bağdat’ta

Fillerin ayakları altında ezilen karıncalar

Onlar daha açmadan solan goncalardır.

——————-

——————-

***

Edebiyat dünyasına “Masal Çağı/ 1983”,  “Kuş Sofrası/ 1991”, “Gökte Ay Portakaldır/ 1991” gibi çocuklara yönelik eserler yazarak giren Ali Akbaş, daha sonraki şiirlerinde çeşitli konular işlemiştir. Bunlar arasında Türk dünyasının değişik manevi değerlerini tema edinen şiirler çoğunluğu oluşturur. “Turna Göçtü”, “Eylüle Beste” ve “Erenler Divanında” adlı son kitaplarını okuyanların, bu şiirler gözlerinden kaçamaz. Bu kitaplar, 2011 yılında üçü de bir arada yayımlandı. Dikkat edilirse, ilk kitaplarının yayın tarihi ile bu son kitaplarının yayın tarihi arasında 30 yıl kadar bir zaman vardır.  Yani kitapların içerdiği şiirler otuz yıllık bir tecrübenin ürünleridir. Bu süreç içerinde Ali Akbaş, hayat yolunda duraktan durağa geçmiştir. Günden güne sanat konusunda duyarlılığı artmıştır. Türk dünyasını gezmiş, görmüş, daha yakından tanımıştır. Türk dünyasının ortak değerlerinin, bir şair olarak, kendisini çağırdığının duygununu yaşamış, kendisinden emek beklediğinin hissiyatına varmış ve böylece birçok şiirine ilham kaynağı olmuştur. Kalemini bu yönde en iyi bir şekilde kullanarak emek vermiştir. Bu emeklere karşı nice nice kıymetli ödüllere layık görülmüştür. Türkiye’de Yunus Emre Dünya Şairleri ödülü, Kazakistan’da Mağcan Cumabayulı Ödülü, Kosova’da Türkçem Dergisi ödülü ve 2013 yılında Türk Dünyası Edebiyat Adamı ödülü başta sayılabileceklerdendir.

Ali Akbaş Irak’ı çok geç bir tarihte ziyaret etmişse de, Kerkük’ü görmemiştir, fakat çok erken bir tarihte tanımıştır. Kalbiyle vicdanıyla tanımış, yaşamıştır. Kalbinde vicdanında yaşatmıştır. Kerkük’te neler olup, neler bitmişse hepsini ya kitaplardan, ya haberlerden, ya da birer birer tanıdığı Türkiye’de yaşamakta olan Türkmen dostlarından öğrenmiştir. Bunların biri Necdet Koçak’tı. 1980’de hunharca şehit edilen Koçak için yazdığı ağıtta yanık bir ses, dokunaklı bir ezgi vardır, Türkmenlerin yaslarda icra ettikleri hoyratları andıran bir ses, yürekleri yakan yaktıran bir ezgi. Ağıtta Kerkük şivesiyle kullanılan sözcükler, bu ezginin etkileyici gücünü artmış, artırmış, daha da içli, içtenlikli kılmıştır. Ali Akbaş Türkçemizin renkli şivelerinin birçoğunu bilen, konuşan bir dil tutkunu, düşkünüdür. Rahmetli Necdet Koçak için yazmış olduğu ağıt, bunun bir öreğidir:

Ağam gitme Irağa

Meni koyma marağa

Senin temiz kanınla

Neft koyalar çırağa

***

Ağlaram ağam ağam

Bize dadandı bu gam

Öksüz kalan balamın

Saçı gelmez tarağa

***

Derdim düşman başına

Boğuldum gözyaşına

Bak feşeğin işine

Bizi attı ırağa

***

Gençti ağamın yaşı

Apardı ecel kuşu

Harda eşi yoldaşı

Kime geldim sormağa

***

Aklımı aldın felek

Sabrımı çaldın felek

Ağamı saldın felek

Iraktan da ırağa

***

12 Aralık 2012 tarihinde ünlü ses sanatçımız Abdurrahman Kızılay vefat ederken, 13 Aralık’ta Avrasya Yazarlar Birliğinin düzenlediği 3. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri kongresine davetli olduğum için Ankara’ya gitmiştim. Kerküklü olduğumu bilen, şoföründen tutun kongre katılımcılarına kadar, her kes derin üzüntülerini bildiriyor, baş sağlığı diliyordu. 15 Aralık’ta rahmetlinin Kocatepe Cami’inde cenaze namazına katılmak üzere, kongrenin akşam oturumundan ayrılmak için izin istemiştim. Ali Akbaş ile Rahmetliyi bilen katılımcılardan bir kısmı bana eşlik ederek birlikte gitmiştik. Türkmenlerin çoğunluk oluşturduğu büyük bir kalabalık vardı orada. Cenazeyi, namazdan sonra, son yolculuğuna uğurlarken “Kerkük Türk’tür Türk kalacak” diye başlattığımız sloganda, Ali Akbaş yanımdaydı. Bizden daha sert, daha yüksek bir sesle bağırdığını hissediyordum. Kerkük davasına tam bizim kadar inandığını gösteren bu tutuma karşı, onu sarmak, ona sarılmak istiyordum. Gücünden güç alıyor, ben de sesimi gittikçe yükseltiyordum “Kerkük Türk’tür Türk Kalacak”.

Kısa bir müddet sonra Abdurrahman Kızılay’ın dostu Mehmet Özbek’e “Armağan” adlı şiirini armağan ederken, ne Kerkük’ü unutmuş, ne de Kızılay’ı:

Urfa’dan Kerkük’ten Irak’tan söyle

Kızılay’a koşul, firaktan söyle

Gözünü seveyim yürekten söyle

Sesin andırıyor seher yelini

***

Azize Kerkük’ten bir hoyrat sunar

Hâle Gür yaylada bir billûr pınar

Pınarın suyundan marallar kanar

Karakaş söylesin Urumeli’ni

Türk dünyasının saygıdeğer şairi Ali Akbaş’ı, Kerkük’ü ne kadar seviyorsa, biz de onu buradan bir o kadar selamlıyor, kendisine uzun, verimli, bereketli ömürler diliyoruz. Kerkük sizin gibi akbaşlı, aksakallı insanlarla güçlüdür. Kerkük Türk’tür Türk kalacak

[1] Müslüm Oğuz sitesi, Tarihçi yazar, Sahipsiz Kerkük Sahipsiz Türkmen. 29. 6. 2019

[2] Bu şiirler için bkz: Suphi Saatçi (2008) Kerkük Güldestesi, Kerkük Vakfı yayınları, İstanbul.