ÜSKÜDAR’DAN KERKÜK’E FOLKLOR KÖPRÜLERİ

ÜSKÜDAR’DAN KERKÜK’E FOLKLOR KÖPRÜLERİ

Önder Saatçi

 Geçenlerde okuduğum Burhan Felek’in Hayal Belde Üsküdar adlı kitabı benim için yalnız bir hatıra kitabı olmadı. Gerçi eski İstanbul’u anlatan kitapları toplamayı ve okumayı âdet edinmişimdir; ama bugüne kadar İstanbul hakkında okuduğum bir kitabın beni ta Kerkük’e götürenine hiç rastlamamıştım.

Evet, Burhan Felek’in hatıralarının herkese söyleyecekleri var. Ama bana söyledikleri çok başka şeyler. Aslında, bunlara belki fısıldamalar demek daha doğru olur. Ne de olsa o, kendi doğduğu şehri, kendi çocukluk cennetini anlatıyor; ama onun kitabı beni Kerkük’e kadar kanatlandırıyor. Felek’in satırlarını okudukça kâh çocukluğumun Kerkük’ünde kâh büyüklerimin hatıralarında yaşayan Kerkük’te buluveriyorum kendimi.

Burhan Felek İstanbul’dan ziyade Üsküdar’ı önümüze seriyor.  Üsküdar’ın evlerini, sokaklarını, tekkelerini, çarşı pazarlarını, kahvehanelerini; sonra esnafını, belirgin ve silik şahsiyetlerini, kendi gençlik heveslerini ve maceralarını; hepsini bir bir avcunuza döküyor. Kendinizi âdeta bir girdabın içinde zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissediyorsunuz. Felek bugünkü Üsküdar’dan pek farklı bir Üsküdar sunuyor sizlere. O, Üsküdar’ı, hafızasında bir kasaba, hatta bir şehir olarak yaşatmış ve bu pencereden bakarak yazmış hatıralarını. Haksız da değil. Ne de olsa eskiden Üsküdar’la İstanbul arasında koca bir boğaz vardı. Mümkün müydü o boğazı, şimdiki gibi istediğiniz üç köprüden birinden hemencecik geçivermek. İşte bu yüzden, Burhan Felek’in satırlarında Üsküdar’dan İstanbul’a bu bakışı bana hiç yabancı gelmiyor. Çünkü biz de Kerkük’teyken, oturduğumuz Tisin Mahallesi’nde, biri çarşıya gittiğinde Kerkük’e enip (Kerkük’e inmiş “gitmiş”) derdik.

Kitabı okurken İstanbul’un iki yakasının ayrı ayrı güzellikleri olduğunu; hatta İstanbul’un Anadolu yakasının manevi sahibinin Aziz Mahmut Hüdai, Rumeli’ninkinin ise Eyüp Sultan olduğunu öğreniyorsunuz. Bunları okurken benim de aklıma, Baba Gurgur, Danyal Peygamber, Ömer Menden gibi Kerkük’ün yatırları, ziyaretgâhları geliyor. Velhasıl Burhan Felek, çocukluğundan kemal yaşlarına kadar yaşadığı Üsküdar’a sizleri de götürüyor. Ama ben aynı anda hem Üsküdar’da hem Kerkük’te geziniyorum.

Burhan Felek kitabında, “mahalle”den bahsediyor. Mahallenin bir zamanlar hayatımızı şekillendiren, bize şahsiyet kazandıran bir müessese olduğundan. Kerkük’te de öyle değil miydi? Kerküklüler yeni tanıştıkları bir kişiye ilkin “Naxsı mahelle xaxısan?”[1] (Hangi mahalle halkındansın?) diye sormazlar mıydı? Sonra, şimdilerde yabancılaştığımız komşuluklarımızı hatırlatıyor Felek. Ben de çocukluğumdaki mahalle komşularımızı anıyorum, onu okudukça. İstediğimiz zaman evlerine girip çıktığımız, bazen evlerde bazen sokakta çocuklarıyla, neşe içinde oyunlar oynadığımız, hatta yeri geldiğinde annemin kardeşimi komşulardan birine emanet edip çarşıya gitmelerimizi hatırlıyorum. Hem bilir misiniz, ben bir keresinde komşularımızdan biriyle Kerkük’ten Türkiye’ye bile geldim. Şimdi kim kime çocuğunu emanet edebilir yolculukta?.. Zaten Kerkük’teki komşuluklardan doğmamış mıdır konşı aşı, bir evli kimin ol-, nene baba konşısı, gibi tabirler.

Burhan Felek’in hatıraları bizi İkinci Meşrutiyet (1908) yıllarının da ötesine götürüyor. Felek’in şahitliğiyle öğreniyoruz ki o devirlerde Üsküdarlılar mahallelerinde gezinirken, kahvehaneye veya bakkala giderken hep entariyle dolaşırlarmış. Bu giyim tarzı benim çocukluğumun Kerkük’ünde de aynen böyleydi. Bir farkla ki çocuklar Üsüküdar’ da sokakta koşup oynarken pantolon da giyerlermiş, Kerküklü çocuklarsa daha rahat koşabilmek için entarilerinin ucunu donlarının içine katarlardı. Burhan Felek bu şekilde giyinmenin Üsküdar Mutasarrıfınca Meşrutiyet’ten sonra yasaklandığını anlatıyor. Demek ki Batılılaşma rüzgârı önce İstanbul’a çok sonraları ise bizim diyara, Kerkük’ümüze uzanmış.

Burhan Felek Kazderesi, Doğancılar ve Bitli Kehtane semtlerinde bayram salıncakları, atlı karıncalar ve buna benzer bayram eğlencelerinden bahsediyor. Bir de eşekle bayram yerlerinden eve dönmelerinden. Ben de Kerkük’teki bayramlarımızı anıyorum bu vesileyle. Ceplerimizdeki çevirke (kuru yemiş) ve külçelerle (Kerkük usulü kurabiye) çerfeleğe (dönme dolap), dolamaya (atlı karınca), sallankuça (salıncak) binip havada uçma keyfini tattığımız ve bir çocuk mahşeri içinde doyasıya eğlendiğimiz bayramları gözlerimin önüne getiriyorum. Tabi biz eşeklerle eve dönmezdik ama Kerkük’teki Hayyam Sinemasının yanındaki arsada bayram günlerinde ata binenleri hiç unutmuyorum. Kim bilir belki o yaşlarda ata binecek durumda olmadığımdan ata binmek içimde bir hasretti. O yüzden, bayram yerinde ata binenler gözlerimin önünden hiç gitmiyor .

Peki, Kerküklü çocuklar kâğıtkuşu (uçurtma) uçururlar da Üsküdarlı kardeşleri uçurmazlar mı? Onlar da uçurtmaya mektup, fener göndermezler mi? İçlerinden çıkan bazı yaramazlar başkalarının uçurtmalarını kesip düşürmezler mi?..

Burhan Felek eskiden Üsküdarlıların yiyip içtiklerinden de bir iki kaşık tattırıyor size. Çocukken limonun başından kibrit çöpüyle bir delik açıp suyunu sıkıp sıkıp içmeyi yalnız Kerküklü çocuklar değil, Üsküdarlı kardeşleri de keşfetmiş. Felek bir de bazen bakkal dükkânlarının raflarında bazen Kerkük evlerinin perdelerinin üzerindeki panolarda mor kâğıtlar içinde gördüğümüz; hatta sünnet düğünümüze gelen ev sahibimizin bize hediye olarak getirdiği kelle şekerinden bahsediyor ki Kerkük’e has sandığımız pek çok eski âdetlerin, Üsküdarlıların da günlük hayatının bir parçası olduğunu öğrenerek dünyada yalnız yaşamadığınızı bir kere daha görüyorsunuz.

Daha neler neler bulacaksınız Burhan Felek’in Üsküdar’ında Kerkük’e ait, neler neler. Kerkük’ün çerşembe sürü (çarşamba eğlencesi)gibi kadınların bağ bahçe gezmeleri, geniş aile yuvalarındaki muhabbet, sofrada bir kaptan yemek yeme âdetimiz, evliya türbelerinden medet uman kadınlar, horoz dövüştürme, kış gecelerinde soba başında mısır patlatma, vs. vs.

Burhan Felek’in hatıraları eski zamanlarda kalan kendi hatıralarımızla yüzleştiriyor bizleri. Kerküklüler, Ustambıl’ın[2] bir yakasındaki Üsküdarlı kardeşlerinin de, dünden bugüne gelirken  kendilerinden apayrı bir macera yaşamadıklarını anlıyor kitabın satır aralarında.

                                                                                                              

               

               

 

               

 

 

[1] Cümledeki “x” harfi Kerkük ağzındaki hırıltılı h sesine karşılık gelir.

[2] Kerkük ağzında “İstanbul” bu şekilde telaffuz edilir.